Döngüsel ekonomi denildiğinde çoğumuz “ekonomi” kelimesinden dolayı bu kavramın doğrudan para ile ilgili olduğunu düşünüyoruz. Döngüsel üretim denildiğinde, konu sadece üretim değil, tüketim ve kullanımı da fazlasıyla içeriyor. Döngüsel tüketim de üretimi kapsamıyor. Sürdürülebilirlik kelimesinde olduğu gibi, konuyu her yönüyle kapsayan bir kelime bulmak oldukça zor. Bu sebeple genel anlamıyla anlatacağım konuya “döngüsellik” demek daha doğru olur.
Aslında bu, bizim yabancı olduğumuz bir kavram değil. Artık aramızdan ayrılmış olan iki nesil önceye soracak olsak bize bugün neler yapmamız gerektiğini gayet güzel anlatabilirler.
Döngüsellik, bizim bundan 50-70 sene önceki yaşam biçimimizin temelidir. İki savaş arası dönemde ve hemen sonrasında kaynaklar kısıtlı olduğundan insanlar, kısıtlı kaynaklarla yaşamı sürdürebilmenin akıllıca bir yolunu bulmuşlardı. Bu akıllı yol, kaynaklar nispi olarak bollaşınca unutuldu. Hatta daha da kötüsü, toplum içinde reklam endüstrisinin de desteğiyle “küçümsenmeye” başladı. Daha başlangıçta akil insanlar, bizi uyarmaya çalıştılar ama biz dinlemedik. Hâlâ da dinlememeye devam ediyoruz.
SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK İLE DÖNGÜSELLİK EL ELE GİDEN İKİ KAVRAM
1972 yılında “Roma Kulübü” adındaki bir düşünce kuruluşu, konusunda uzman bilim insanlarından gelişme ve kaynaklar konusunda bir rapor hazırlamasını istedi. Ortaya çıkan rapor Büyümenin Sınırları (Limits to Growth), bundan 50 sene önce bugün yaşamakta olduğumuz problemi tüm açıklığıyla ortaya koydu. Bu rapor üç ana düşünceye dayanıyordu:
- Dünya dışında bir kaynağımız olmadığına göre kaynaklarımız kısıtlıdır.
- İnsan nüfusu bu kısıtlı kaynakları umursamadan hızla artıyor.
- Ekonomik gelişme ile birlikte bireyin kullandığı kaynak miktarı da artıyor.
Görüldüğü gibi, bu rapor büyümenin yaratacağı sosyal ve ekonomik problemlere değil, tamamen kaynaklar üzerine yoğunlaşmıştı. Sonuçlardan bir tanesi oldukça önemli: Eğer bu şekilde devam edecek olursak 2070 yılına kadar dünyanın ekonomik sistemini ciddi bir çöküş bekliyor. Çünkü o noktada, geri kazanılamayacak pek çok kaynağın sonuna erişmiş olacağız.
Bu, 50 sene önce verilmiş bir uyarıydı ve 50 sene sonra artık şimdiki gibi yaşamaya devam edemeyeceğimizi söylüyordu. Verilen 100 senelik sürenin yarısı, problemi düzeltmek ile değil onu daha kötüye sürüklemekle geçti. Neler yapmamız gerektiğini ise ancak ikinci yarıda düşünmeye başladık. Yalnız biliyoruz ki bugün önemli kararlar alıyor olsak bile bu kararların uygulanmaya başlanıp sonuçlarının görülmesi oldukça uzun sürecek. Dolayısıyla bugün orta yaş civarında olanlar açısından çok fazla bir sorun yok gibi görünüyor. Fakat çocuklarımızı hem çevresel ve sosyal sorunlar hem de kaynak kısıtları nedeniyle çok sıkıntılı bir gelecek bekliyor. İşte bu sebeplerden dolayı sürdürülebilirlik ile döngüsellik el ele giden iki kavram. Yeryüzündeki varlığımızı sürdürebilmemiz, gezegenimizin kaynaklarını dikkatli kullanmamıza bağlı.
TOPRAK ARTIK YORGUN VE ESAS İHTİYACI DİNLENMEK
Öncelikle, son 50 senede fazlasıyla şımardık. Markete gittiğimizde hepsi birbirine benzeyen domateslerden alıp evimize geliyoruz. Bu domatesler buzdolabında bir hafta kaldığında çürümeye başlıyor ve bir kısmını yemeden çöpe atıyoruz. “Ben yapmam öyle şey!” diyenleriniz mutlaka vardır. Lakin ülkemizde üretilen gıda ürünlerinin yarısının yenmeden çöpe gittiği bir gerçek. Eskiden evlerde buzdolabı yokken dahi bu kadar çok gıda çöpe gitmiyordu. Bu problemin iki temeli var. İlki domateslerin üretimi ile ilgili. Artık yakınlarda bir yerde yamru yumru ama dayanıklı domatesler üretmiyoruz. Bunun yanında eskisi gibi her gün ya da gün aşırı manava da gidilmiyor. Bu iki unsuru birleştirdiğimizde gittikçe daha fazla gıdanın daha fazla kilometre yol katettiğini ve daha fazla kasalarda beklediğini görüyoruz. Bunlar, gıdanın önemli kısmının daha tabağa ulaşmadan çöpe gitmesine yol açıyor. Bozulan gıdayı da çöpe döküyoruz. Çöpler yine kilometrelerce taşınarak uzaklarda bir yere gidip depolanıyor ve eğer şanslıysak bir kısmı yakılarak enerjiye dönüşebiliyor. Ama topraktan aldığımızın önemli kısmını, toprağa geri döndürecek bir sistemimiz yok. Her sene daha fazla enerji harcayıp, daha fazla gübre üretiyoruz. Toprağın bu gübreyle daha fazla ürün vermesini bekliyoruz. Oysa, toprak artık yorgun ve esas ihtiyacı gübre değil, dinlenmek.
ÇÖZÜMLER VAR VE MÜMKÜN
Modern yaşamın bir parçası olarak daha fazla hayvansal gıda tüketmeye başladık. “Etin kilosu kaç para, senin haberin var mı?” diyenleriniz mutlaka vardır. Ancak yeryüzünde üretilen ve tüketilen hayvansal gıdaya baktığımızda kişi başına düşen miktarda ciddi artış olduğunu görebiliyoruz. Hayvansal gıda üretimi kendi başına bir sorun yaratmıyor. Dünya nüfusu oldukça artmış durumda. Bu sebeple hepimiz aynı biçimde hayvansal gıda ile beslenmek isteyecek olursak buna yeryüzünün kaynakları yetmiyor.
Yarısı çöpe atılacak gıdayı üretmek için de her gün yeryüzünün kaynaklarının önemli bir kısmını tüketiyoruz. Tarımda bolca kullanılan petrol ise yakıldığında, karbondioksit gazı olarak atmosfere salınıp sera etkisini artırıyor. Bu sarmaldan çıkmak zorundayız. Bunu sadece azımız hayatlarında değişiklik yaparak sağlayamayız. Çözümler var ve mümkün. Yeter ki biz, hayat tarzımızda bazı değişiklikler yapmayı kabul edelim. Döngüselliğe giriş, tarım ve gıdadan başlamalı diye düşünüyorum. Daha fazla bitkisel ürünle beslenmek, daha az besinin çöpe gitmesine izin vermek, daha yerel yiyecekler tüketmek, olabildiğince çok kompost yapıp bunun toprakla buluşmasını sağlamak, kentlerde bahçeler kurarak kendi gıdamızı üretmek bugünden başlayarak yapabileceğimiz şeyler. Zaman içinde bunlara çok sayıda madde ekleneceğine ise eminim.