Bir bina yıkıldığında, bir maden ocağı göçtüğünde veya bir tren raydan çıktığında, ardında bıraktığı enkaz yalnızca beton ve demir değildir. O enkazın altında cevaplanmamış sorular, görmezden gelinen uyarılar ve asla dinmeyen çığlıklar saklı. Son yıllarda yaşanan her felaket aslında birer uyarı işaretiydi. Ancak bu işaretler rantın büyüsüne kapılmış bir sistem tarafından görmezden gelindi. İhmalkârlık artık sıradan bir hata değil, organize bir suç. Çünkü her facia, aynı senaryoyu tekrarlıyor. Depremlerde yıkılan binalar, madenlerde sönen ışıklar, otellerde kilitlenen yangın kapıları… Hepsi insan hayatının nasıl bir maliyet kalemine dönüştüğünü gösteriyor. Oysa bu faciaların hiçbiri kader değil. Hepsi kâr hırsı, siyasi çıkarlar ve toplumsal duyarsızlık üçgeninde yeşeren birer cinayet. Peki neden durduramıyoruz? Belki de cevap, adaletin yerini cezasızlığın almasında, liyakatin yerini sadakatin doldurmasında yatıyor.
Yazının tamamına Sürdürülebilir Üretim dergisinin 21. sayısından (Mart-Nisan 2025) ulaşabilirsiniz.