fbpx

İklim Değişikliği ile Mücadeleyi Kaçırdık mı, Yakalayabilir Mesafede miyiz?

Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık tutulduğunda, beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak.

Tek bir dünya var ve hepimiz bunu paylaşıyoruz. Aynı gemide değiliz belki ama aynı denizdeyiz. Dünyanın sonu yokmuş gifobi davranmak, inanılmaz gelmiyor mu size de? Tüket tüket bitmeyecekmiş gibi yaşamak, harcamak. Üretmeden tüketmek. En basiti, çöpünü doğaya atmamak bile üretime müthiş bir destek. Hepimizin bildiği gibi bir plastik doğada 400-500 yıl içinde yok olup gidiyor. Denizlerde hayvanların mideleri çöpler ve plastiklerle dolu. Çoğumuz o görüntüleri ve fotoğrafları görmüşüzdür değil mi?

Bundan iki yıl önce İskoçya’nın Harris Adası’nda bir balinanın midesinden 100 kilo çöp çıkmıştı. Karaya vurduktan sonra da ölmüştü.. Midesinden; balık ağı, halat, poşet, plastik bardaklar ve daha neler neler çıkmıştı. Hayırseverler denk geldikçe karadaki, deniz kenarlarındaki çöpleri topluyor. Peki ya denizin üstündekiler… Gemileriyle, tekneleriyle, yatlarıyla su üstünde dolaşanların denize bıraktıkları? Denize dökülen yakıt ve pis suların konusunu hiç açmıyorum bile. Fabrikalardan göğe yükselen partiküller, ormanların yok oluşu, buzların eriyişi ve insanın hiç değişmeyişi. Zaman ilerledikçe, teknoloji ilerledikçe, yeni buluşlar yapıldıkça insanın kolaya alışması daha kolay oluyor. Doğala yakın yaşamayı hepimiz isteriz değil mi? Temiz, saf, organik… Ama hayat ve zaman insanları öyle bir noktaya getirmiş ki her şeyin daha pratiğini tercih ediyoruz.

Diş macunum kilden, saçlarımı yıkadığım ürün ise el yapımı sabundan. Tüm sebzelerin kıymetini daha çok bilir oldum.

O pratiklik dünyaya zararlı değilse elbette güzel bir şey. Ama hâlâ durup, düşünen insan sayısı bununla mücadele için yeterli değil. Bilim insanları, dünyada yıkıcı olmaya başlayan bu iklim krizinin tartışmasız yıllardır insan kaynaklı olduğunu vurguluyor. En basit örneğini vereyim, ki hepimiz kendimize göre bir şeyler görmüşüzdür bu değişime dair. İstanbul’da yazları çok terlediğimizi söyleriz ama bunu son yedi-sekiz sene içinde daha çok söyler olduk. Neden? Çünkü, insanların yaptıkları yüksek ve çok fazla sayıdaki binadan dolayı rüzgâr bile artık dolaşacak yer bulamıyor.

Ağaçlar deseniz zaten ya kesiliyor ya da yakılıyor. Ormanlar, ciğerlerimiz küle dönüyor. El birliğiyle ya da bireysel olarak neler yapabileceğimizi konuşuyoruz. İçimizde, dünyayı sulayan da vardır, buna sırt çeviren de. Ben ise son üç senedir kullandığım ürünleri değiştirdim. Diş macunum kilden, saçlarımı yıkadığım ürün ise el yapımı sabundan. Tüm sebzelerin kıymetini daha çok bilir oldum ve yüzümü de pilav yaptığım pirincin suyuyla yıkıyorum bazen. Çünkü doğa bize zaten her şeyi veriyor. Bunun ya farkında değiliz ya da istemiyoruz. İşlenmiş ürünler bazen daha cazip gelebiliyor belki. Ya da bize bu aşılanmadı küçükken. Öyle bir kültürde büyümedik belki de. E-posta kutumuza düşen, “Fırsatları Kaçırma” konulu başlıklar yüzünden insanlar “geleceğin fırsatı” nı kaçırmak zorunda kalıyor mecburen.

Maalesef kurunun yanında yaş da yanıyor. Verebileceğimiz çok örnek var ama ilk aklıma gelen, sosyal medya oluyor. Belki de çoğumuzu kitlediği için… Baktığımızda, sosyal medya kullanıcısı arttı artalı, fenomenler oluştu oluşalı verilen linklerden insanların aldığı ürünleri düşünsenize. Bu ürünler için sarf edilen yolu, paketleme için poşeti, havaya salınan gazı… Yani karbon ayak izini… Bunu azaltmak için elimizden geleni yapmamız gerekirken tüketmeye ve yine tüketmeye devam ediyoruz. Delicesine. Durmaksızın. Arsızca.

Geçen gün Londra’da yürürken acayip bir kalabalığın içinde buldum kendimi. Baktım ardı arkası kesilecek gibi olmayan bir kalabalık. Metroya bineceğim çalışmıyor, otobüsler yok. Bambaşka bir gezegenin içinde bulmuş gibiydim kendimi. Çoluk çocuk, yaşlı genç. Bir anda kendimi yükseltip, herkesin yarattığı akışı yukarıdan izlemek istedim. Ellerdeki pankartlarla yapılan tüm o yürüyüş, aslında dünyanın her yerindeki herkes içindi. Dikkat çekmek için bir araya gelmişti insanlar. Gazeteciler, en iyi görüntüyü almak için yarışıyor, insanlar ise hayatın, yaşadığımız gezegenin damarlarından akan kanı tazelemek için nefeslerini, isteklerini ve hayallerini göğe salıyordu. Herkes, yaşanabilir bir dünyayı görebilmek için düşüncelerini üç-dört kelimeye sığdırıp pankart yapmıştı. Hepsi birbirinden etkileyiciydi. İstekleri basitti. İnsanlar, geleceklerini istiyordu.

Bireysel olarak bir araya gelip, bir güruh hâlinde ses çıkarmanın kıymetini hepimiz biliyoruz. Ama biz ne kadar sesimizi çıkarırsak çıkaralım, birileri bir şeylere olumlu imza atmadığı müddetçe çıkan ses yerine geri gidiyordu. Sindiriliyordu. İşte, parlamentoda olmayan bizlerden daha çok görev düşen birileri varsa onlar da parlamentoda olanlardı. Aynı saatlerde, İskoçya’nın Glasgow şehrinde, “26. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı” vardı, COP26. Liderler katılacaktı ve 30 bine yakın kişinin orada olacağı tahmin ediliyordu. Sivil toplum kuruluşları ve aktivistler de elbette yerlerini alacaktı. Evet, öyle de oldu. Çünkü artık köprüden önceki son çıkıştayız. Dünyanın her yeri siren olmuş durumda. Yeryüzü, gökyüzü. Sürekli çarpışma halinde. Neden? Aradaki, bizler yüzünden.

Bu yılın Ağustos ayında yayımlanan, BM Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin raporunda tam olarak şöyle deniyordu; “İnsanlık, büyük bir dönüm noktasında ve iklim üzerindeki zararlı etkileri, gerçek”…

Bu yılın Ağustos ayında yayımlanan, BM Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin raporunda tam olarak şöyle deniyordu; “İnsanlık, büyük bir dönüm noktasında ve iklim üzerindeki zararlı etkileri, gerçek”… Birçok ülkenin imzaladığı bu anlaşmaya ise Türkiye henüz yeni dâhil oldu.

Peki, COP26’nın resmi hedefleri neler? Bunlar, 4 maddede şöyle özetleniyor.

  • Tüm ülkelerin 2050 yılına kadar net sıfır emisyon taahhütünde bulunması ve küresel ısınmayı 1,5 derecede tutma hedefine yönelik çalışmaların başlaması.
  • İnsanları ve doğal yaşam alanlarını korumak için iş birliklerinin gerçekleşmesi.
  • İklim değişikliğiyle mücadele ve uyum çalışmaları için zengin ülkelerden fon sağlanması.
  • Paris İklim Anlaşması’nı işler hâle getirmek üzere yazılan Paris Kurallar Kitabı’nın tamamlanması.

Sizce hedeflere ulaşılır mı? Kimler verdiği sözü tutar? Neden göz göre göre yok olmayı tercih ediyorlar? Elbette para için. Çünkü kapitalist düzen bunu gerektiriyor. Ama bir laf var bilirsiniz, “Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık tutulduğunda, beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak.”

Konferansı izlemek için Glasgow’da bulunan arkadaşım Tan Morgül’e, “Konferansta en etkilendiğin sözler nelerdi?” dediğimde, İngiliz İklimci ve Sosyal Aktivist Fatima İbrahim’in “Kimseyi geride bırakmayacağız.” sözü olduğunu söyledi. Bunun yanına da “Asla Yalnız Yürümeyeceksin” sloganını pek yakıştırdım ben. Ne dersiniz?  

Göllerimiz çöl oldu. Biz küçükken yağan kar yağmaz oldu, depremler seller her yerden vurur oldu. Hepimiz ciddi ölçekte etkileniyoruz. Kimimiz bunun farkında, kimimiz ise henüz pek değil. Az çok farkında olanlar, bunun havalardan olduğunu düşünüyor. Ama insanın dünyayı katletmiş olabileceği akıllarına gelmiyor. Sağlıklı insanlar bile bu kadar etkilenirken engeli olan insanları, bir rahatsızlığı olan ve yataktan çıkamayan, hareket edemeyen, başkasına bağımlı yaşayabilen insanları, hayvanları düşünsenize… Yaşamanın şakaya gelmediğini çok iyi gördük. Hâlâ görüyoruz. Dediğim gibi yalnızca kendi ülkemize bakarsak bile ne çok pay çıkarırız elimizle ettiğimizden. Bilinçsiz tüketime, bilinçsiz inşaat yapılarına, ev yapılmayacak yerlere ev yapılıp onların sularla akıp gitmesine mi laf söyleyelim? Yoksa insanların göz göre göre yok olmasına, hayvanların katledilmesi için ferman çıkarıp sonra da doğayı koruyormuş gibi davranmalarına mı?

Dünyanın dört bir yanından bir araya gelen karar alıcılar bakalım hedefledikleri 1,5 dereceyi yakalayabilecek mi?

Dünyanın dört bir yanından bir araya gelen karar alıcılar bakalım hedefledikleri 1,5 dereceyi yakalayabilecek mi?

Mesela, küresel iklim mücadelesinin bir gününde dünyanın en büyük 2. termal kömür ihracatçısı Avusturalya, kömür madenlerini ve kömürle çalışan elektrik santrallerini kapatmayacaklarını söyledi. “Bu madeni biz kullanmazsak başkası kullanacak.” dedi.

Konferansın bir günü diğerini tutmuyordu adeta. Verilen sözlerden biri de iklim değişikliğine dayanıklı ürünler yetiştirilmesine, toprağın yenilenmesine yönelik tarımsal inovasyon yatırımına dairdi. Bunun için 4 milyar dolardan fazla kamu yatırımı ayrılacak. 

İngiltere İş, Enerji ve Endüstriyel Stratejiden Sorumlu Devlet Bakanı Kwasi Kwarteng güzel şeyler söyledi. Küresel olarak temiz enerjiye geçişin mevcut hızından beş kat daha fazla olması gerektiğini, sadece dokuz yıl önce İngiltere’nin elektriğinin yüzde 40’ının kömürden geldiğini ancak bugün bu oranın yüzde 2’den az olduğunu açıkladı. Kömür kullanımını 2024’e kadar da aşamalı olarak kaldırmayı planlıyorlarmış. Umarım öyle olur. Umarım dünyanın sonuna 2024’ten daha az kalmamıştır.

Dünya ormanlarının yüzde 85’inden fazlasına sahip ülkeleri temsil eden 100’den fazla dünya lideri, gelecek on yılda ormansızlaşmayı durdurma sözü verdi! 19 milyar dolarlık bütçe ile harekete geçilecek. Türkiye de “Sözüm söz.” diyen ülkelerden! Göreceğiz.

Konferansın açılışında BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, “Kendi mezarımızı kazıyoruz.” diyerek çok doğru bir söz söyledi. Ben merak ediyorum, yıllardır alarm veriyor dünya, yıllardır iklim bilimcilerin, insanların dilinde tüy bitti, hep köprüden önceki çıkış denildi ama hep öyle kaldı.

Yoksulların iyice yoksullaştığı, elimizden kayıp giden dünyanın iyice kötüleştiği, okyanusların, denizlerin, hayvanların, insanların, ormanların… Dünyayı dünya yapan her şeyin yerini, tamiri zor duruma sokmasına umarım ki artık “dur” denebilir! Keşke herkes sözünde samimi olsa! Ama çevre gazetecisi arkadaşım Özgür Gürbüz, Birgün gazetesindeki köşesinde şöyle söylüyor: “Paris’i onaylayıp, 2053 için net sıfır emisyon hedefi belirleyen Türkiye’nin Cumhurbaşkanlığı yıllık programında ilçelere doğal gaz götürülmesi ve yeni kömür sahalarının açılması var.”

Bu dünya hepimizin, çocuklar bu dünyaya doğacak!

Türkiye’nin nasıl bir yol haritası izleyeceğini hakikaten çok merak ediyorum ve dikkatle takip edeceğim. Fotoğrafın içinde sıkışıp kalmazsak, ülkelerin verdiği sözlerde ne kadar da sözünün eri olduğunu anlayabiliriz. Bu dünya hepimizin, çocuklar bu dünyaya doğacak! Tamamen yaşanmayacak bir yer hâline gelmemesi insan olarak, dünyayı paylaşan biri olarak benim de umudum.

Hayvanların, ağaçların, çocukların ve bu kötülüğü yaşamak istemeyen bizlerin buna maruz kalması kadar kınanacak bir şey yok! Kınamakla kalınmasa iyi.Siyaset zaten iyi konuşma sanatı değil mi? Ama önemli olan iyi konuşup kendini dinletmek değil önemli olan suya yazı yazmayacak kararlara imza atmak ya da atılması için önayak olmak, fayda sağlamak.

Total
0
Paylaşım
Benzer İçerikler
Oku

İki Kere İkinin Yeniden Dört Etmesi İçin “Eşitlemeye” İhtiyaç Var

Cinsiyet eşitsizliğinin en yakıcı şekilde yaşandığı alanlardan biri; kuşkusuz iş hayatına katılım. OECD ülkelerinde kadın istihdamı ortalaması, yüzde 59 seviyelerinde gerçekleşirken Türkiye’de kadın istihdamı yüzde 30 seviyelerinde seyrediyor. Türkiye bu oranla, OECD ülkeleri arasındaki en düşük kadın istihdamına sahip ülke.