Suyu 10 yılı aşkın süredir temel mecrası olarak benimseyen Bener, çalışmalarında evrenin gizlerine, görünenin ötesine doğru bir keşfe çıkıyor. Bener’in eserleri, Geleneksel Ebru sanatından ilham alsa da oldukça farklı bir tekniğin ürünü. “Aqua Materia Sanat” olarak adlandırdığı, su üzerine boyalarla çalıştığı tekniğinde, bedensel hareketlere imkân sağlayan büyük teknelerle çalışıyor. Kullandığı yöntem ile görsel ve sezgisel çağrışımlar aracılığıyla yeni anlamlar keşfetmeye olanak sağlayan Silvia Bener’in ilk kişisel sergisi olan “Yüzeyin Ötesinde: Su” da sanat ve yaşam yolculuğu boyunca yoğunlaştığı arayışlarının sonucu olarak karşımıza çıkıyor. Bener’in sergisi, dünyanın sanat ve tasarımla daha iyi bir yer olacağını her fırsatta vurgulayan ve sürdürülebilirliği eserlerinde merkeze koyan sanatçılara ev sahipliği yapan Kale Tasarım ve Sanat Merkezi’nde (KTSM) yer alıyor.
Su üzerine çalışmalarınız 2006 yılına dayanıyor. 10 yılı aşkın süredir devam bu serüven nasıl başladı?
Bu sergi ile farkettim ki aslında su ile serüvenimin çok daha önce başlamış. Benim ilgimi çeken şeylerin başında doğadaki yapılar ile düzen ve kaos teorileri geliyor. Dünyanın oluşumu, insanın nasıl oluştuğu gibi temel konuların üzerinde duruyordum ve bunu yapmaya da doğadan başladım. Ağaçlar, yapraklar, taşlar ve doğanın içindeki aklınıza gelebilecek her şeyin detaylarına varana kadar inceliyordum. Hatta bir dönem ağaç desenlerini fotoğraflayıp çalışmalar yapmıştım. Desen ve yapı üzerine yaptığım çalışmalar ise su üzerinde yoğunlaşmaya başladı. Burada suyun yapısından kastım ise denizin yüzeyi. Denizin ve suyun yapısı üzerine yıllarca yaptığım çalışmalar sonucunda Implosion isimli projemi hayata geçirdim. Implosion, su yüzeyinin yapılarını floresan renklerle duvarlarda ve zeminde gösteren bir yerleştirmelerden oluşuyordu.
“Suyun kendinize ayna tuttuğunu söylemişsiniz.” Peki sizin için su ne ifade ediyor? Suyun hayatınız ve sanatınız üzerindeki etkisini dinleyebilir miyiz?
Su, her şeyin temelidir. Su üzerine çalışmaya başladığımda öncellikle suyun mucizelere sahip olduğunu farkettim. Su, yaşam için sahip olduğu önemin ötesinde tek başına bir konu olarak da oldukça zorlayıcıydı aslında. Çalışmalarım boyunca kendimi derin bir denizin içinde gibi hissettim. Ne kadar çalışırsam çalışayım hâlâ sanki yeni başlamış gibiyim. Ancak bu sonsuz denizin içinde sonsuz bilgiler vardı. Ve elbette ki bu süreçte çok fazla şey öğrendim.
Çalışmalarımı yaparken suyu belli bir kalıba sokarak alanını daraltmaktan ziyade daha çok suyun hareketlerini izliyorum. Bu sebeple de bedensel hareketlere imkân sağlayan büyük teknelerde çalışıyorum.
Su, saygı bekler. Suya saygı gösterdiğiniz ve anlamaya çalıştığınız zaman zaten o kendisini size açıyor. Suyu sadece bir temizlik malzemesi olarak gördüğünüzde ise ne yazık ki aynı güzelliği yaşamanız mümkün olmuyor. Sudaki güzellikleri görebilmek için vakit ayırmak gerekiyor. Hızımızı azaltarak suyu kalpten dinlemeliyiz. Bir başka deyişle, suyun akışına kendimizi bırakarak onunla bütünleşmek gerek. Günümüzde hayatı çok planlı ve hızlı yaşıyoruz. Planlara kapıldığımızda da bazı anların yaşanmasına fırsat tanımamış oluyoruz. İnsan kısıtlayacı durumları ortadan kaldırıp kendini özgür bir şekilde akışa bıraktığında, hayatın güzellikleri ile karşılaşma fırsatı buluyor.
Bir dönem Osmanlı kültürü ve islam tasavvufu üzerine de çalışmalar yapmışsınız. Osmanlı kültürüne ilginiz nasıl başladı? Ebru sanatı ile de bu dönemde mi tanıştınız?
Esasında her şey iç içe yani öncesi veya sonrası yok. Zaman ve mekânın insanla iç içe olması gibi yaşamımda da karşılaştığım olaylar için kesin bir zama dilimi veremiyorum. Hayatta da aslında bazı şeyler aynı zamanda yaşanıyor ve ne ile ilgileniyorsanız onu görüyorsunuz. Ben de su ile ilgilendiğim için ve su ile ilşkili alanlara yoğunlaşıyordum. Tasavvuf da bunlardan biri oldu çünkü tasavvuf kültürü içinde su çok önemli bir yere sahip. Tasavvuf kültürü içinde metafor olarak da kullanıldığı oluyor.
Ebru sanatı üzerine çalışsanız da eserleriniz geleneksel ebru sanatından farklı bir yerde konumlanıyor. Çünkü “Aqua Materia Sanat” tekniğini kullanıyorsunuz? Bu çalışma metodundan bahsedebilir misiniz? Geleneksel ebru sanatından ne kadar farklı ve su ile ne kadar ilişkili?
Geleneksel Ebru sanatı daha çok şekil ve motif üzerine yoğunlaşıyor. Benim kullandığım Aqua Materia ise tam tersi bir anlayışta, bu teknikte kalıp ya da sınır yok. Daha çok su ve toprak ön planda. Çalışmalarımı yaparken suyu belli bir kalıba sokarak alanını daraltmaktan ziyade daha çok suyun hareketlerini izliyorum. Ebru sanatında noktalar yapılırken ben noktaları parçalıyorum. Bu sebeple bedensel hareketlere imkân sağlayan büyük teknelerde çalışıyorum. Çalışmalar sırasında su ile karşılıklı bir etkileşim içindeyiz. Bu etkileşime bazen havanın durumu ya da mekândaki sesler de dâhil olabiliyor. Kâğıt ve tuval olmak üzere her türlü malzemenin üzerine baskı yapabiliyorum.
Sanatın içinde bilim ve fizik kanunları önemli bir rol oynar. Benim sanatım içinde de bilim ve fizik her zaman var oldu, olmaya da devam edecek.
Sanatın içinde bilim ve fizik kanunları önemli bir rol oynar. Ben de bunu çok önemsiyorum. Sergideki eserlerde de aslında bunu görmek mümkün. Altıgen formlar, moleküller… Örneğin sağlıklı su yani yani doğal hareket eden ve negatif dış etkenlere maruz kalmamış su, altıgen formdadır. Zaten altı rakamının evrende de önemli bir yeri bulunuyor. Nikola Tesla’nın dediği gibi, “3, 6 ve 9’u anlarsak evrenin sırlarını anlamış oluruz.” İlgim dâhilinde Almanya’dayken de çok sık fizik kongrelerine katılıyordum. Dünyanın en önemli bilim ve fizik insanları ile tanışma fırsatı yakaladım. Bu anlamda aslında bilim ve fizik her zaman benim sanatımın içinde var oldu, olmaya da devam edecek. Bana göre zaten her şey bir bütün. Sanatımda da bu anlayışla ilerliyorum.
Sürdürülebilirlik sizin için ne ifade ediyor. Sanatın sürdürülebilirlikle ilişkisini değerlendirmenizi istesem…
Aslında temelde her şey insanın kendinde bitiyor. İnsan önce kendini ve yaptıklarını sorgulamalı. İklim krizi konusunda genelde hükûmetler suçlu görülüyor. Önlem alabilecekleri noktalarda harekete geçmedikleri için suçlanabilirler elbette ancak temelde iş insana dayanıyor, bunu unutmamak gerek. Hayatta her insanın bir görevi bulunuyor. Çevreye, yaşam kaynaklarımıza saygı duymalı ve yanlışlarımızın farkına vararak harekete geçmeliyiz. Bu anlamda sanat da insanlık için önemli bir yerde konumlanıyor. Çünkü sanat ile insanların ufkunu açıyor ve düşünmeleri için fırsat tanıyoruz.
Bugün iklim krizi en büyük ve en önemli gerçeğimiz. Dünyanın ve yaşamın temeli suyun geleceğine dair endişeler de her geçen gün artıyor. Serginiz “Yüzeyin Ötesinde Su” bu anlamda aslında suya ve suyun geleceğine de dikkat çeken bir misyona da sahip. Bu konu hakkındaki düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?
İklim krizi çok ciddi bir konu. Yapılan girişimler var ancak yetersiz kalıyor ve bu anlamda dünya olarak çok geç kaldığımızı düşünüyorum. Fakat hiçbir şey için hiçbir zaman geç değildir. Krizin önüne geçebilecek alternatif çözümler var ama ne yazık ki doğru yoldan gidilmiyor. Herkes tek başına da olsa dünyamız ve geleceğimiz için elinden geleni yapmalı. Çünkü bu bir enerjidir. Ortaya koyduğumuz enerji, etrafımızı da etkiler ve büyüyerek çoğalır. Bu sebeple bir an evvel uyanmalı ve suyu doğru yöntemle kullanmaya başlamalıyız.
Silvia Bener kimdir?
Almanya’da doğdu. Berlin’de bulunan Universitat der Künste (UdK)’de görsel sanatlar alanında eğitim aldı. Resim ve video yerleştirme gibi çeşitli mecralarla çalışan sanatçının pratiği suyu merkeze alıyor. Çalışmalarına kuantum fiziği ve Sufizm’den içgörüleri dâhil ederek görünür dünyanın ötesindeki kaynakları ve boyutları keşfe çıkıyor. Suyun üzerine boyalarla çalıştığı “Aqua Materia Sanat” adını verdiği tekniği kullanıyor. Eserleri Almanya, Çin ve İzlanda’da sergilenen sanatçı, 2003’ten beri İstanbul’da yaşıyor ve çalışıyor.