fbpx

Su ve Gıdanın Peşinde İklim Göçü

Dünyada her gün daha çok insan, küresel ısınmanın neden olduğu aşırı hava olayları, su krizi ve gıda güvensizliği ile karşı karşıya. Küresel ısınma hızı durdurulamazsa 2050 yılına kadar yüz milyonlarca insan evlerini terk etmek zorunda kalacak.

Düşünün ki Somalilisiniz ve su kaynaklarının azlığı nedeniyle ülkenizden göç etmek zorunda kalıyorsunuz. Geldiğiniz yer ise Türkiye’nin Burdur ili. Buraya suyu bol diye bir umut geliyorsunuz ama hiç de öyle olmadığını görüyorsunuz. Çünkü Burdur da son yıllarda yağışların azlığı ve bilinçsiz kullanım nedeniyle su krizinin eşiğinde. Göller kuruyor, kuraklık nedeniyle tarım alanlarında ekim yapılamıyor.

Hikâyemizdeki kişi Somalili Walid ve onun hikâyesi yönetmenliğini Evrim İnci’nin yaptığı “Bulak” isimli kısa belgesele ilham vermiş. Walid, ne Burdur’da ne Türkiye’de ne de dünyada bu kaderi yaşayan tek kişi. Suyun peşinden başka topraklara göç eden fakat yine aynı kaderle yüzleşen Walid, dünyadaki milyonlarca iklim mültecisinden sadece biri ve bu mültecilerin birçoğu; ismi, coğrafyaları, göç ettikleri ülkeler değişse de yaşadıkları topraklardan aynı nedenle kaçıyor. Evlerini terk etmek pahasına da olsa tek hayalleri var, o da suya ve gıdaya kavuşmak…

Sadece deniz seviyesinin yükselmesi sebebiyle dünya çapında 150 milyondan fazla kişinin göç edeceği öne sürülüyor.

İklim olayları nedeniyle yaşadığı yeri terk ederek yeni bir bölgeye yerleşenleri nitelendiren iklim göçmenleri; iklim mültecileri ya da ekolojik göçmenler olarak da isimlendiriliyor. İklim göçmenleri sadece susuzluk nedeniyle değil seller ve deniz seviyesinin yükselmesi gibi çeşitli sebeplerden de yaşadıkları ülkeleri terk etmek zorunda kalabiliyor. Öyle ki sadece deniz seviyesinin yükselmesi sebebiyle dünya çapında 150 milyondan fazla kişinin göç edeceği öne sürülüyor. Hatta bazı iklim olaylarının ülkeleri tamamen yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bırakabileceği ileri sürülüyor. Bir görüşe göre, suların 1,5 metre yükselmesiyle 50 yıl sonra Bangladeş diye bir ülkenin ismine ancak tarih kitaplarında rastlayabiliriz. Tüm bu iklim olaylarının etkisi sonucu insanların sınırların ötesine geçme ve sığınma arayışları artıyor.

“Aşırı hava olaylarının sıklığı artacak”

İnsanlık, tarih boyunca hem konaklamak hem de tarım yapmak için iklim olarak elverişli bölgeleri tercih etmiş. Nerede su varsa o bölgelere yerleşmiş ve bu sayede hayatta kalabilmiş. Aynı hikâye bugün de devam ediyor. Yine insanlar yaşamsal ihtiyaçlarını karşılamak için yer değiştirmek zorunda. Ancak bu defa su kaynakları yetersiz ve güvenli gıdaya erişim giderek zorlaşıyor.

Bugün susuzluğun ve gıda güvenliğinin en büyük nedenleri arasında küresel ısınma geliyor. Dünya Meteoroloji Örgütü’ne (WMO) göre son beş yıl, 1850 yılından bu yana kaydedilen en yüksek sıcaklığa ulaştı. (WMO) Genel Sekreteri Prof. Petteri Taalas, iklim değişikliği nedeniyle eskiden 100 yılda bir olan aşırı hava olaylarının günümüzde 20 yılda bir ve hatta gelecekte daha da sık yaşanabileceğini vurguladı. Avrupa’daki sel felaketinden ABD’deki Ida kasırgasına, Fransa’daki ve Teksas’taki aşırı soğuk hava dalgalarından Asya’daki siklonlara kadar son yıllarda meydana gelen aşırı hava olayları gösteriyor ki hiçbir ülke iklim felaketine karşı güvenli değil.

Kritik eşik 1.5 derece

Birleşmiş Milletler (BM) bünyesindeki Hükümetler Arasındaki İklim Değişikliği Paneli’ne göre (IPCC) küresel sıcaklık artışının 1,5 dereceyle sınırlandırılmaması durumunda tüm dünya bir iklim felaketi ile karşı karşıya kalacak. 1,5 derece hedefini başarabilmek için tüm dünya 2030’a kadar karbon emisyonlarını yarıya düşürmek, 2050 yılında ise sıfırlamak zorunda. Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres, acilen sera gazı emisyonlarında “hızlı ve büyük ölçekli” azalmalar olması gerektiğine dikkat çekiyor. Bu olmadığı sürece küresel ısınmanın istenen seviyede kalması zor ve dünya için bir felaket olması kaçınılmaz.

Göç dalgası büyüyor

Uluslararası Göç Örgütü’nün dünyadaki göç akışına ilişkin raporunda, göçmen sayısı 20 yıl içinde iki katından fazla yükselerek 2020 yılında 281 milyon kişiye ulaştı. Bu sayının çoğu savaşlar, çatışmalar ve yoksulluk nedeniyle ülkesini terk etmek zorunda olan insanlardan oluşuyor. 2020 yılında yeni mülteci sınıfına giren kişi sayısı ise 26 milyon olarak ifade ediliyor. Pandemi göç hızını düşürse de Rusya-Ukrayna Savaşı yeni bir göç dalgasına neden oldu. 2022 yılında sadece Ukrayna’dan komşu ülkelere 5 milyon 34 bin 439 mülteci geçiş yaptı.

Gerek savaşlar gerek yoksulluk ya da iç çatışmalar gibi sebeplerle ülkelerinden ayrılan göçmenlere son dönemde iklim değişiklikleri ve kuraklık gibi nedenler yüzünden ülkelerinden ayrılmak zorunda kalan iklim mültecileri de eklendi. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) raporuna göre, 2008 yılından bu yana her yıl yaklaşık 21,5 milyon kişi sel, fırtına, kasırga ve aşırı kuraklık gibi hava şartları sebebiyle evlerini terk etmek zorunda kaldı. Bunların bir kısmı iç göç bir kısmı dış göç olarak gerçekleşiyor. Geleceğe yönelik tahminler ise hiç iç açıcı değil. Dünya Bankası’nın “İklim Göçü Konusunda Harekete Geçmek” çalışmasına göre dünyada 2050 yılına kadar 216 milyon kişi, su ve gıda kıtlıkları ile aşırı hava olayları nedeniyle yollara düşecek.

Göçlerin rotası

İklim göçü dünya tarihi açısından yeni bir kavram değil. Afrika, bu konuda yıllardır gündeme gelen, açlıkla ve susuzlukla mücadele eden bir kıta. Ancak şu anda iklim göçü adı altında kastedilen şey; dünyanın muhtelif yerlerinden daha büyük göç dalgalarının oluşması.

İklim felaketinden en çok Sahra Altı Afrika’nın yanı sıra Latin Amerika ve Güney Asya bölgelerinin etkilenmesi bekleniyor.

Anadolu Ajansı’ndan Dilan Pamuk’un haberine göre Akdeniz Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Araştırma Görevlisi ve Göç Araştırmaları Vakfı araştırmacısı Suzan Ilık Bilben de iklim göçü ve iklim mültecileri kavramlarının yeni olmadığını, yakın tarihte iklim göçünün gözlemlendiğini belirtti:

“Suriye’de iç savaş çıkmadan ve milyonlarca insan göç etmeden önce kuraklık, binlerce Suriyelinin şehirlere göç etmesine sebep olmuştur. Mahsul kayıpları, Mısır ve Libya’da Arap Baharı’nı alevlendiren işsizliğe yol açmıştır. İklim göçünün mekanizmalarından olan gıda kıtlığı, su kıtlığı ve artan sıcaklıklar daha belirgin bir odak haline geldikçe, büyük ölçekli göç hareketleri beklenecektir.”

Dolayısıyla önümüzdeki yıllarda çok daha büyük göç dalgaları öngörülüyor. Bu iklim felaketinden en çok Sahra Altı Afrika’nın yanı sıra Latin Amerika ve Güney Asya bölgelerinin etkilenmesi bekleniyor. Bu bölgelerde yaşayan 143 milyon civarı insanın evlerinden çıkarak yakınlardaki kasaba ve şehirlere taşınacağı tahmin ediliyor. Aslında iklim felaketinden her ülke aynı şekilde etkilenmeyecek gibi görünse de göç yolları üzerindeki ülkeler de bu felaketten nasibini alacak. Dünyanın en prestijli tıp dergilerinden The Lancet’te yayımlanan bir araştırmaya göre Kanada, Türkiye ve İsveç en fazla göç alan üç ülke olarak öngörülürken El Salvador, Samoa ve Jamaika’nın en çok göç veren ülkeler olacağı ileri sürülüyor.

İklim değişikliğinde 2050 yılı senaryoları

Dünya şehirlerinin yüzde 77’si iklim değişikliğinden çarpıcı bir şekilde etkilenecek.

Avrupa’da şehirler yazın 3,5 C, kışın ise 4,7 C daha sıcak olacak.

Dünyadaki 520 şehrin yüzde 22’si yeni iklim koşulları yaşayacak.

Seattle’ın iklimi, yıkıcı orman yangınlarının daha sık hale geldiği San Francisco’daki gibi olacak.

Dünya nüfusunun yüzde 68’i kentsel alanlarda yoğunlaşacak.

Paris’in iklimi, aşırı kuraklık koşulları yaşayan Avustralya’nın başkenti Canberra’nın iklimi gibi olacak.

Kaynak: Crowther Lab

Olası göç rotaları hakkında daha detaylı bilgi veren Suzan Ilık Bilben, sadece Orta Amerika ve Meksika’dan 2025’te yılda yaklaşık 700 bin kişinin göç etmesinin beklendiğini ifade etti.  2050’de ise bu sayının 1,5 milyona yükseleceğini ve birçoğunun Mexico City’ye gideceğinin öngörüldüğünü vurgulayarak sözlerini şöyle sürdürdü: “Dünya nüfusunun dörtte birinin yaşadığı Güney Asya’da, gelecek yıllarda gıda güvensizliğinin artacağı, 8,5 milyondan fazla insanın Basra Körfezi’ne, 17 milyon ila 36 milyondan fazla insanın da Hindistan’ın Ganj Vadisi’ne yerleşeceği beklenmektedir. Afrika’da Victoria Gölü Havzası, Etiyopya’nın Doğu Yaylaları ve Malavi’nin başkenti Lilongwe çevresindeki bölgelerin göç için uygun yaşam alanları olabileceği düşünülmektedir. Ayrıca Kenya ve Tanzanya’nın kıyı bölgeleri, Batı Uganda ve Etiyopya’nın kuzey dağlık bölgeleri de bu alanlara dahildir.”

Şehirler de tehlike altında

Kolombiya Üniversitesi ve New York Şehir Üniversitesi araştırmacıları, Dünya Bankası’nın Eylül ayında yayımladığı “İklim Göçü konusunda Harekete Geçmek” araştırmasını bir adım daha ileriye taşıyarak göçlerin şehirlere etkisini ele aldı. Dünyadaki büyük kentlerin göç merkezlerine dönüşebileceğini öne süren çalışma, özellikle Orta Amerika ve Meksika’daki şehirlere iklim krizinden kaynaklı olası göç hareketlerini irdeliyor. Araştırmaya göre iklim krizi nedeniyle 2050 yılına kadar bu bölgedeki şehir merkezlerine 10.5 milyon kişinin göç etmesi bekleniyor. Dolayısıyla araştırmacılar, şehirlerdeki yerel yönetimleri göç ihtimaline karşı hazırlıklı olmaları konusunda uyararak şehir planlamaları ve yerel yatırımlar konusunda alt yapı çalışmaları yapmaya davet etti.

Türkiye nasıl etkilenecek?

İklim krizi nedeniyle dünya üzerinde hiçbir yerin, yaşanabilir alanların azalmasından ve bu nedenle yaşanacak göçlerden bağımsız olmayacağı çok açık. Türkiye ise hem transit hem hedef ülke olarak iklim krizinin tetiklediği göç dalgalarından en çok etkilenecek ülkelerin başında geliyor. Türkiye’de resmi kayıtlara göre ülke sınırları içinde 4 milyon göçmen yaşıyor. Türkiye’deki göçmenlerin çoğu Suriye, Afganistan, Pakistan, Irak gibi Müslüman ülkelerden geliyor. Nedeni ister dini olsun ister kültürel Türkiye, göç yolları üzerinde olduğu için iklim krizi nedeniyle meydana gelen küresel yer değiştirmelerden payına düşeni alacak.

Öte yandan, Türkiye su fakiri bir ülke olma yolunda hızla ilerliyor. Doğal Hayatı Koruma Vakfı’na göre (WWF), ülkemiz son 50 yılda sulak alanların yarısı su miktarı ve kalitesi bakımından sağlıklı yapısını kaybetti. Üstelik su krizi, Türkiye’de sadece yüzey sularını değil yer altı sularının seviyesini de tehdit ediyor. Türkiye Dünya Doğal Kaynaklar Enstitüsü’nün tahminlerine göre (WRI) göre Türkiye, 2040 yılına gelindiğinde dünyada en fazla su stresinin yaşandığı ülkeler arasında 27’nci olacak. Bu açıdan bakıldığında, Türkiye 20 yıl içinde kendine yeten bir ülke olmakta zorlanırken yeni insan selinin ihtiyaçlarını nasıl karşılayacağı merak konusu.

Türkiye gıda güvenliğinde geriledi

Gıdanın satın alınabilirliği, bulunabilirliği, kalitesi, güvenliği ve doğal kaynak durumu göre hazırlanan Küresel Gıda Güvenliği Endeksi 2021 raporu, ülkelerin gıda güvenliğine ilişkin güncel durumunu ortaya koyuyor. 113 ülkenin yer aldığı raporda Türkiye, geçen yıl 48. sıraya yerleşerek kendine yetebilme endeksinde son 10 yılda 12 sıra geriledi. Gıda güvenliği konusunda en iyi durumda olan ilk üç ülke ise İrlanda, Avusturya ve İngiltere. Bu ülkeleri Finlandiya, İsviçre, Hollanda, Kanada, Japonya, Fransa, ABD ve Almanya takip ediyor.

Listenin son üç sırasındaki ülkeler Mozambik, Yemen ve Burundi olarak sıralanırken Türkiye’den sonra Azerbaycan, Brezilya ve Hindistan geliyor.

Adı iklim göçmeni ama hakları yok

İklim göçmenleri, mevcut uluslararası hukukta mülteci statüsüne sahip değil. Fakat sayılarının çok hızlı bir şekilde arttığı düşünülürse bir an önce bu konudaki düzenlemelere ihtiyaç duyuluyor. Uluslararası hukuka göre mülteci rejimi 1951 Cenevre Sözleşmesi ve 1967 Protokolü’ne göre düzenlendiği için bu sözleşmede iklim mültecilerine dair bir çerçeve bulunmadığı gibi Avrupa Birliği hukukunda da iklim mültecilerine dair herhangi bir statüden bahsedilmiyor.

Altınbaş Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencisi Başak Yıldırım ve Milletlararası Hukuk konusunda uzman Doç. Dr. İlyas Gölcüklü’nün danışmanlığında hazırlanan “İklim Mültecileri” adlı araştırma-inceleme yazısı bu konuda gelinen noktayı göstermesi açısından önemli bir çalışma. İklim mültecilerinin statüsü, korunması ve yerleştirilmesi gibi konuların uluslararası hukukta hala netliğe kavuşmadığının altının çizildiği çalışmada, bir tür çevresel zulümden kaçan insanların uluslararası korumadan yoksun bırakılmasının, temel haklara ve uluslararası toplumun yardım yükümlülüğüne aykırı olduğunun altı çiziliyor. İklim mültecisi kavramının sınırlarını net bir biçimde belirleyen uluslararası sözleşmelerin bir an önce hayata geçirilmesi gerektiğinin altını çizen Başak Yıldırım, “Türkiye de bu düzenlemelerin dışında kalmamalı ve iklim mültecilerine hukuki koruma sağlanmak amacıyla yeni uygulamalar hayata geçirmeli” açıklamasında bulunuyor.  

Total
0
Shares
Related Posts
Oku

Türkiye İnsan Sermayesini Kaybediyor

Bugün Türkiye’nin önündeki en büyük sorunlardan biri, 2015 yılı itibarıyla büyük bir ivmeyle artış gösteren beyin göçü. Doktora mezunu ve araştırmacı oranı zaten düşük olan Türkiye’de artan göç trendi, Türkiye’nin gelişimi için ciddi bir tehdit oluşturuyor.
Oku

Bu Ne Yaman Çelişki Böyle!

Hem tahrip ediyor hem onarmaya çalışıyoruz. İnsan kendi eliyle bozduğunu, yine kendine has teknolojilerle ve yine kendi çıkarları için düzeltmeye çalışıyor. Klasik çevreci bakış açısı ve Radikal Ekoloji akımı işte tam da burada karşı karşıya duruyor. Gelin, tarafımızı seçelim…
Oku

Hava Kurşun Gibi Ağır

Şu an yolu bilinçsiz bir şekilde yarılamış bulunuyoruz ve bir virajdayız. Sürdürülebilir yöntemlerle süreçleri iyileştirerek bu virajı dönmediğimiz takdirde dünya, geri dönülemez bir yolun eşiğinde kalabilir.