Dönüşüm sürecinde yenilenebilir kaynaklardan enerji üretebilmek için yeni üretim teknolojileri kullanmaya başladık. Karbonsuzlaşmanın önemli bileşeni elektrifikasyonun artmasıyla üretilen elektriğin depolanması ve taşınması için daha yeni teknolojilere ve altyapıya ihtiyaç duyar olduk. Tüm bu teknolojilerden yararlanabilmek için aynı petrolde olduğu gibi yer altı kaynaklarına ihtiyacımız var. Yoğun olarak kullanılan bu kaynaklar lityum, kobalt, nikel, grafit, bakır vs. olarak sayılabilir.
Kısaca tükenmesinden kaygı duyulan anlamında tarif edilen “kritik mineralleri” her geçen yıl daha çok kullanıyoruz. Şöyle ki, net sıfır emisyonuna ulaşmak için güneş fotovoltaik (PV) kapasitesinin 2020 ve 2050 yılları arasında yaklaşık 740 GW’tan (GW) yaklaşık 15.000 GW’a, rüzgâr kapasitesinin 10 kat artarak yaklaşık 740 GW’tan yaklaşık 8.000 GW’a çıkması gerekiyor. Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) senaryosuna göre, elektrikli araç satışları 2020-2050 arasında 50 kattan fazla artış gösterecek. Örneğin bir elektrikli araç için mineral kombinasyonu toplamda 200 kilogram iken, içten yanmalı bir araçta bu rakam sadece 35 kilogram. Sonuç olarak net sıfır emisyon senaryosuna ulaşabilmek için 2050 yılında kritik malzemelere olan talep, 2020 yılına kıyasla 16 kat artacak.
“Geçiş dönemi” ya da “dönüşüm” cevaplanması gereken birçok soruyu da beraberinde getiriyor: Dünya kritik mineral rezervleri, sıfır karbon hedefine ulaşmak için yeterli miktarda mı? Kritik mineraller dünya coğrafyasında homojen olarak mı dağılmış durumda? Değilse, petrol rezervlerine sahip olan bölgelerde dünya tarihinde şahit olduğumuz çatışma ve istikrarsızlıklar bu bölgeler için de geçerli olacak mı? Aynı petrolde olduğu gibi bu minerallerin aşırı kullanımı sonucunda çevresel kaynaklı problemler yaşayacak mıyız?
KRİTİK MİNERALLERİN REZERVLERİ NEREDE VE BU REZERVLER NE BÜYÜKLÜKTE?
Madenler dünya üzerinde homojen olarak dağılmamış durumdalar. Örnek vermek gerekirse Küresel lityum rezervleri yaklaşık 22 Mt’dir ve bunun kabaca yarısı Şili’de bulunmaktadır.
Küresel kobalt rezervleri yüzde 46 oranında Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde yer alıyor. 2019’da Çin, küresel nadir toprak elementleri üretiminin neredeyse yüzde 60’ını tek başına sağlıyordu. Çin, son çeyrek yüzyılda dünyanın fabrikası rolüyle kritik mineral tedarik zincirlerini domine ediyor. Ülke, kobalt, bakır, grafit, lityum, neodimyum, nikel gibi maddelerde önde gelen rezerv veya rafinatör konumunda. Nadir toprak elementlerinde de aynı durum söz konusu. Bu durum, dekarbonizasyon, askerî üstünlük ve geleceğin endüstrileri için Çin’e önemli bir rekabet avantajı sağlıyor. Batı ülkeleri, pandemi dönemi tedarik zinciri kesintilerinin ve Rusya’nın Ukrayna’yı işgali sonucu ortaya çıkan enerji güvensizliğinin ardından Çin’e olan kritik mineral bağımlılıklarının daha yeni farkına vardılar. Ancak, küresel ekonominin birbirine bağlılığı, Çin ile Batı arasında sert bir ayrışmanın pek de mümkün olmadığını gösteriyor. Çin’in, özellikle nadir topraklar gibi kritik minerallerde Batı’nın erişimini kesme tehdidi, günümüzde ciddi bir stratejik kozdur. Batı’nın, Çin’e olan bağımlılığını azaltması için çok daha fazla çaba harcaması kaçınılmaz bu durum, dünyanın çeşitli bölgelerinde bol miktarda bulunan kritik minerallerin çıkarılmasını ve işlenmesini gerektiriyor. Ancak bunun, batı ülkeleri için Çin’dekinden daha maliyetli olacağı kesin.
DÜNYA ÜLKELERİ, ÇİN’İN AFRİKA’DAKİ KÖKLÜ VARLIĞIYLA MÜCADELE EDİYOR
Kritik mineral madenciliği, Afrika hükûmetlerine büyük fırsatlar sunuyor. Avrupa Birliği, Güney Kore, ABD ve diğerleri, Çin’in Afrika’daki köklü varlığıyla rekabet edebilmek için yoğun çaba gösteriyor. Petrolün geçmişine bakacak olursak, maden zengini ama kurumsal açıdan zayıf uluslar ciddi problemlerle karşı karşıya. Son 20 yılda Çin, Afrika hükûmetlerine ve devlete ait işletmelerine 1.200’den fazla kredi karşılığında en az 170 milyar dolar borç vermiş durumda.
Bu noktada ülkelerini tek tek analiz etmek yerine Demokratik Kongo Cumhuriyeti’ni ele alalım. Yaklaşık Batı Avrupa büyüklüğünde olan ülke, tahminen 24 trilyon ABD doları tutarında kullanılmamış maden kaynağına sahip. Bu stokun büyük bir kısmı, ülkenin tartışmasız dünyanın en karmaşık çatışma bölgesi olan huzursuz doğu illerinden geliyor. Zar zor yönetilen bölge, hükûmet ile bölgesel güçler, uluslararası barışı koruma görevlileri ve orada yaşayan yaklaşık 120 farklı silahlı grup arasında kaotik bir savaş alanı. Suç örgütleri, yozlaşmış yerel yetkililer, eski devrimciler, etnik milisler ve İslam Devleti’nin başıboş cihatçı örgütlerinin her biri, hızla artan kritik mineral ticaretinden daha büyük bir pay almak için büyük bir rekabet içindeler. Diğer olumsuzluklar ise madenciliğin su kaynaklarını tehdit etmesi ve çocuk işçiler. Bu büyük zenginlikten faydalanamayan tek kesimin maalesef o ülkenin kendi halkı olduğunu söylemek yanlış olmaz.
ZARARI MİNİMUMA İNDİRMEK MÜMKÜN
Peki bu mineralleri çıkartırken doğaya ve çevreye ne ölçüde zarar veriliyor? Cevaplanması gereken bir diğer çok önemli soru bu olsa gerek. Madencilik faaliyetleri doğası gereği doğaya ve çevreye zarar vermeksizin gerçekleşmez. Ancak bu zararları minimuma indirmek mümkündür. Bunu yapabilmek için ilave maliyetler gereken önlemler alınması gerekiyor. Buradaki soru; bu büyük çatışma alanında çevre için gerekli özen gösterilmesi mümkün müdür? Elbette değil.
Kirli petrol madenciliği geçmişimizden ders alma zamanı geldi, kritik mineraller için farkındalığı artırıp temiz madenciliğin ve temiz ticaretin önünün bir şekilde açılması gerekiyor. Bu noktada “beşikten mezara” tüm sürecin çeşitli boyutlarıyla incelenip kayıt altına alınması, uluslararası kontrolü gerekiyor. Aksi hâlde temiz dünya hedefleri, daha kirli dünyaya sebep olabilir.