İstanbul’dan Mardin’e Mardin’den ise dünyaya uzanan bir yeniden doğuş hikâyesi onunki. Mardin’in büyülü topraklarında hayatı yeniden şekillenen Ebru Baybara Demir, 2001 yılından bu yana kadına, toprağa ve tarıma odaklı projeleri ile birçok kişiye ilham oldu ve olmaya da devam ediyor. Özellikle Topraktan Tabağa projesi ülke genelinde ses getiren Demir, su kaynaklarının geleceği ve sürdürülebilirliği için suyu tarımdan çekmeye çalışıyor.
Tarımının geleceği için çiftçinin toprağa geri döndürülmesi gerektiğini ve bu konuda geçici değil kalıcı adımların atılması gerektiğini söyleyen Demir ile Türk tarımını, Topraktan Tabağa, Sorgül ve Biyobozunur Atık Yönetim projelerinin detaylarını konuştuk.
Anadolu kadınının ne kadar güçlü ve fırsat verildiğinde her şeyi yapabilecek inanca sahip olduğunun canlı bir örneği olarak, kadınlarla birlikte aslında toplumu kalkındıran projelerinizden biraz bahsetmenizi istesem…
Bugün bir şef olarak, “Sofraya konulan her yemeğin lezzeti, gücünü aldığı topraktan ve fayda sağladığı hayatlardan gelir” felsefesiyle hareket ediyorum. İlk projemiz “Topraktan Tabağa Projesi” de bu felsefeden hareketle ortaya çıktı. 2016 yılında Harran Gastronomi Okulu Projesi’ni hayata geçirdik. Harran’daki 160 kişiye bizzat aşçılık ve mutfak eğitimi dersleri verdim. Bu eğitimlerde belirlenen 12 kadın eğitmen, diğerlerini eğitmek üzere eğitildi. Okuma yazma dahi bilmeyen bu kadınlar Fransa Lyon ve İstanbul’da Sirha Gastronomi Fuarı’na katılarak pişirdikleri yerel yemeklerle büyük beğeni kazandı.
2018 yılında 44 kadınla başladığımız Halep Sabunu projesinde pandemiyle birlikte artan temizliğin ve hijyenin talebi projemizi bir sonraki aşamaya geçirerek Şemim Sabun markasını kurmamızı sağladı. Şu anda Şemim Sabun Atölyesi, günlük 1 ton arap sabunu ile 1,5 ton kalıp sabun üreten bir üretim yerine dönüştü ve daha yüksek kapasiteli bir üretim alanı inşa ediliyor. Kurucuları arasında yer aldığım Topraktan Tabağa Tarımsal Kalkınma Kooperatifi çatısı altında da El Ele Elden Ele Mağazası ve online satış platformunu hayata geçirdik. Bu çatı altında köylerdeki küçük üreticilerin ürünleri alarak yerel ekonomiyi destekliyoruz.
Başlangıçtan bugüne hayatına dokunduğunuz kadınlar ile nasıl bir ilişkiniz bulunuyor?
Hem iş hayatımda hem de projelerimde yer alan herkes çalışanım değil ailemin bir parçası oluyor. Başarımızın en büyük sırrı da bu. Bizler Mezopotamya topraklarında kapımızı çalan kimseyi geri göndermeyiz. Derdine de mutluluğuna da ortak oluruz. Yolculuğumda bana eşlik eden kadınlarla da ilişkimiz böyle. Kadınların gücü, inancı, umudu ve azmi beni çok heyecanlandırıyor. Bu zamana kadar projelerimde binlerce kadınla çalıştım ve çalışmaya devam ediyorum.
Topraktan Tabağa; tohumun, toprağın ve suyun doğal dengesinin korunmasından sürdürülebilir yerel ekonomilerin yaratılmasına kadar ilerleyen kapsamlı bir süreç. Yerel tohumlarımız ve özellikle de Sorgül Buğdayı’nın üretiminin yaygınlaştırılması, iklim krizi noktasında nasıl bir fark yaratacak?
Topraktan Tabağa Yerel Toprak Yerel Tohum Sorgül Projesi, sadece tarımın değil benim de hayatımın dönüm noktası oldu. 25 bin türü olduğu söylenen buğday için ana vatanı olan Mezopotamya topraklarında araştırmalar yaptık. 11 çeşit buğdaya ulaştık. Mezopotamya’nın en eski buğdayı olan Sorgül’le yola devam ettik. 2 tonla başlayan Sorgül ekiminin 2020 hasadında 400 tonu aşan bir rekolteye ulaştık. Projeye başlarken amacım iyi tarım için gerekli olan yerel tohumlara ulaşmaktı. Ancak çalışmalarımız değişen tarım politikalarıyla toprağını terk eden yerel üretici ve çiftçilerin de toprağa yeniden dönmesini sağladı ve mülteci entegrasyonu konusunda bize öncülük etti. Suriyeli kadınlar bize geleneksel tarımla toprağı temizlemeyi ve sağlıklı tarım yapmayı öğretirken biz de onlara okuma ve yazma eğitimleri verdik. 70 kadınla başlayan Sorgül projesinde 360 kadın çiftçiye sürdürülebilir istihdam sağladık. İstihdam sağlamamızın yanı sıra tarımın geleceğini değiştirmek için çabalıyoruz.
Türkiye’de tarım topraklarında sulamada kullanılan tatlı su oranı yüzde 75. Su kaynaklarımızın geleceği ve sürdürülebilirliği için bizim suyu tarımdan çekmemiz lazım. Sorgül tam da bu noktada devreye giriyor. Beş yıldır yaptığımız ekimlerden çok iyi verim alıyoruz. Burada önemli olan konu, susuz tarımdı. Sulama yapmıyoruz. Ekim yapıldıktan sonra yağmur yağmazsa 15 gün sonra can suyu veriliyor. Eğer çok kurak bir mevsimse diğer ticari tohumlara göre daha az sulama yapılıyor. Susuz tarım ürünü olan Sorgül buğdayımızı, Türkiye’nin tahıl ambarı olarak adlandırılan ve kuraklığın en çok hissedildiği Konya Ovası’na da çare olması olması için geçen yıl Tarım ve Orman Bakanlığı’nın desteğiyle Konya-Altınova Tarım İşletmesi Müdürlüğü’ne ait arazide toprakla buluşturduk. Ana vatanı Mardin olan Sorgül, Konya topraklarında da hayata tutundu. Eğer yapılan bu ekimlerden beklediğimiz verimleri alırsak hem Konya Ovası’nın ihtiyacı olan susuz tarımı gerçekleştirebileceğiz hem de suyu tarımdan çekerek su kaynaklarımızı koruyacağız.
Türk tarımının, toprağımızın ve çiftçinin günümüzdeki en büyük sorunu nedir? Toprağı yaşatmak ve geleceğini koruyabilmek adına bakanlığın acil olarak devreye alması gereken eylem planının ana başlıkları neler olmalı?
Tarım girdi maliyetleri yükseldiği için çiftçi üretime devam etmekte zorlanıyor ve ya topraklarını boş bırakıyor ya da terk ediyor. Şu anda en önemli görevimiz çiftçiyi toprağına döndürmek ve üretimine devam etmesini sağlamak. Bu yüzden geçici değil kalıcı adımların atılması gerektiğine inanıyorum. Tarımdaki sulama oranını azaltmalı ve toprağın kalitesini geri kazandırmalıyız. Buna ek olarak eski ürün desenine dönmeli ve ürün ekimlerini bölgenin coğrafi şartlarına göre gerçekleştirmeliyiz. Tarım ve Orman Bakanlığı’nın eylem planlarında yer alan bu çalışmalar ile birlikte yerel tohumun desteklenmesi için de adım atmamız gerekiyor. Tüm bu çalışmalar doğrultusunda hem tarım topraklarının daha kaliteli ve verimli olmasını sağlayacağız hem de maliyetleri düşürerek üretimi sürdürülebilir hâle getireceğiz.
Yapılan yanlış tarım uygulamaları, ilaçlama ve ticari tohumlar ile birlikte toprağın yapısı değişti ve verimi azaldı. İnsan ve toprak arasındaki iletişim bozuldu, denge koptu. Yaptığımız araştırmalar sonucunda toprakta kullanılan kimyasal gübrenin etkisini minimuma indirmemiz ve toprağa doğal yapısını geri kazandırmamız gerektiğini biliyorduk. Bunları yaparken tarımda kullanılan suyu da en aza indirmemiz gerekiyordu. İşte tam bu noktada aradığımız çözümü kompostta bulduk.
Biyobozunur Atık Yönetim Projesi ile gıda atığını komposta dönüştürerek toprağı iyileştiriyor ve sağlıklı gıda üretimine destek oluyorsunuz…
Kompost, sebze meyve atıklarından oluşan biyobozunur atıkların, yerinde ayrıştırılarak ağaç atıkları ve parçalarından oluşan kahverengi atıklarla karıştırılıp çürümesiyle elde edilen bir toprak düzenleyici. Yani doğal bir toprak iyileştirici. Bu doğal toprak iyileştirici için pazarlara girdik ve projemizin ilk adımını Diyarbakır’ın Kayapınar ilçesinde başlattık. Her akşam Kayapınar’da kurulan semt pazarlarının ardından kahverengi atıklarla karıştırarak alanda bırakılan gıdaları ayrıştırıp toplayarak kompost serim alanına gönderiyoruz ve burada süreci takip ediyoruz. Yenilebilir durumda olan gıdalar için de bir aşevi kurduk. Bu aşevinde akşam toplanan sebze ve meyveler ile ihtiyaç sahiplerine sıcak yemek ve konserve ürünler hazırlamaya başladık. Diyarbakır’da başlayan yolculuğumuz şu anda 13 şehir ve 52 belediyede devam ediyor. Her akşam Türkiye’nin farklı noktalarında, birbirini tanımayan 3 bin 500’den fazla gönüllü, pazarlarda kompost projesi için çalışıyor.
Eğer doğru bir kompostlama yapılır ve düzenli uygulanırsa kompost, toprağın su tutuma kapasitesini artırıyor. Kompost kullanımı ile şu anda sahip olduğumuz suyun yüzde 75’i tarımda kullanılırken bunu yüzde 25’e indirebiliriz. Gübre kullanımını 5’te 1 oranında azaltabiliriz. Verimi ilk yıl yüzde 38 artırabilir ve aynı zaman erozyonu da önleyebiliriz. Toprakta canlı mikroorganizmaların oluşmasını sağlayan kompost, dört yıl düzenli uygulandığında toprağı yenilerken ilk adımda mikroklimayı ardından da makroklimayı etkileyerek düzenli yağışların oluşmasını sağlıyor. Aslında yaptığımız şey topraktan geleni yeniden toprağa göndermek. Projede aynı zamanda altı akademisyen de bilgi ve birikimleriyle çalışmalarımızı en iyi şekilde gerçekleştirmemize katkı sağlıyor. Bugüne kadar 14 bin ton atık toplanarak yaklaşık 4 bin ton komposta dönüştürüldü ve çiftçilere ücretsiz olarak dağıtılmaya başlandı.
Peki proje şu an nasıl ilerliyor?
Projedeki en büyük amacımız bunun tüm ülkeye yayılması ve bu mümkün. Projemiz büyük maliyetlerle değil inanç ve gönüllülükle büyüyor. Belediyeler var olan çalışma sistemlerinin içine projeyi kolaylıkla entegre edebiliyor. Projeyi gerçekleştirmek isteyen belediyelere önce ekiplerimizle birlikte eğitim veriyor ardından da bir ay boyunca süreci takip ediyoruz. Sonrasında proje, sistematik bir şekilde ilerliyor.
Projenin önemli ayaklarından biri de gönüllüler. Her akşam Türkiye’nin farklı yerlerinden öğretmenler, doktorlar, profesörler, ev hanımları ve öğrenciler pazarlara giderek atıkları toplamak ve ayrıştırmak için gönüllü olarak çalışıyor. Şu anda üç binden fazla gönüllümüz var. Bu sayının artması için çalışacağız, çünkü bizi toprak kurtaracak!
Son olarak Halep Sabunu Projesi ile şehirdeki zeytin ve zeytinyağı kültürünü yeniden canlandırmayı hedefliyorsunuz. Yakın zamanda, Mardin’deki yerel ürün, yerel mutfak ve yerel insan kaynağını bir araya getirecek başka projeleriniz olacak mı?
Halep Sabunu Projemiz 2018 yılında 44 kadınla başladı. Amacımız kaybolmaya yüz tutmuş bir gelenek olan dünyanın en iyi sabununu yeniden hayata geçirmekti. Ancak pandemiyle birlikte artan temizliğin ve hijyenin talebi projemizi bir sonraki aşamaya geçirerek Şemim Sabun markasını kurmamızı sağladı. Şu anda Şemim Sabun Atölyesi, günlük 1 ton arap sabunu ile 1.5 ton kalıp sabun üreten bir üretim yerine dönüştü ve daha yüksek kapasiteli bir üretim alanı inşa ediliyor.
Kurucuları arasında yer aldığım Topraktan Tabağa Tarımsal Kalkınma Kooperatifi çatısı altında da El Ele Elden Ele Mağazası ve online satış platformunu hayata geçirdik. Bu çatı altında, köylerdeki küçük üreticilerin ürünlerini alarak yerel ekonomiyi destekliyoruz. Şu an çiftçinin ürününe katma değer yaratarak nihai tüketiciye sunan bu zincirin son halkası niteliğindeki Türkiye’nin ilk “sixth sense” restoranı Zamarot 1890’ı açmaya hazırlanıyoruz. Avrupa’nın ilk sıfır atık restoranı olan Zamarot 1890’ı yakında hizmete sunacağız. Misafirler, geleneksel zeytinyağlı Mardin yemekleri ile zeytinyağı tadımı yapabilecekleri gibi restoranda yer alan üretim fabrikasında, geleneksel Halep yöntemi ile sabun üretimini deneyebilecekler.