O kadar karışık duygular içindeyiz ki… Toplum olarak bu dönemde bizi anlatacak en iyi kelimenin “yıkıldık” olduğuna inanıyorum. Evlerimiz, umutlarımız, duygularımız, hayallerimiz yıkıldı. Koca bir enkaz altında kaldık. Maalesef ki toparlanmamız çok zor.
Oysaki biz, umut dolu yarınlar çizmek istedik çocuklarımıza… Güzel bir dünya bırakmayı hedefledik. Şimdi olduğumuz noktada, bunu başaramadık gibi görünüyor.
Çaresizlik duygusunu iliklerimize kadar hissettiğimiz bir dönemden geçiyoruz. Evet yıkıldık, üzgünüz; ama en çok da öfkeli… Günlerdir “Biz neden ölüyoruz?” sorusunun yanıtını arıyorum, bulamıyorum. Sahi, biz neden ölüyoruz?
Coğrafya kader değildir, olmamalı. Daha sürdürülebilir bir dünya mümkün, her anlamda… İlk sayımızdan beri düsturumuz tam olarak bu. Dünyayı tüm renkleri ile kucaklayan ve bu renkleri soldurmayan bir gelecek inşa etmek zorundayız. Sürdürülebilir bir geleceğin büyüyeceği en verimli toprak da bilimdir. Dünyamızı, umutlarımızı ve çocuklarımızı korumanın yegâne yolu bu…
6 Şubat’tan beri bu ülkenin her vatandaşı gibi üzgünüm, kızgınım, çaresizim. Ve o günden beri bu ülkedeki her anne gibi kızım Mısra’nın elini tuttuğum, yanağını okşadığım ve onu koklayabildiğim her andan utanıyorum. Yine tam da böyle zamanlarda, en çok çocuklara inanıyorum. Tıpkı Nazım Hikmet’in şu dizelerinde belirttiği gibi, günlerimiz çocukların avuçlarında yeşerecek; biliyorum.
Çocukların avuçlarında günlerimiz sıra bekler,
Günlerimiz tohumlardır avuçlarında çocukların,
Çocukların avuçlarında yeşerecekler.