Avcı-toplayıcılıktan bu yana insanlık, savaşmak için hep bir neden buldu. Su kanalları genellikle bölgesel çatışmaların nedeniydi fakat su kıtlığı hiç öyle olmayacak.
İnsanlık tarihinde üç önemli devrimin toplumsal gelişimi hızlandırdığı görülür. Bunlardan ilki, yaklaşık 12 bin yıl önce avcı-toplayıcı yaşamdan tarıma dayalı yaşama geçiş oldu. Tarımla birlikte yerleşik hayata geçilmiş, topluluklar ve şehirler kurulmaya başladı.
İkinci büyük sıçrama Sanayi Devrimi ile yaşandı. Ancak bu büyük sıçramaya ulaşmak için insanlık üç çağı geçirmesi gerekecekti; Antik, Orta ve Yeni Çağ. Her çağda bilim, felsefe ve hukuk büyük gelişim gösterse de bilimsel gelişim sınırlı düzeydeydi. Bu nedenle sanayi devrimi 12-13 bin yıl gecikti. Tarım devrimi sonrası sanayi devrimine geçişin bu kadar gecikmesinin en büyük nedeni, Avrupa’daki feodal düzenin yeniliği teşvik etmemesiydi.
Bir denizci olarak Yeni Çağ, kaşifler çağı olması nedeniyle hep ilgimi çeken bir dönem oldu. Doğu Roma İmparatorluğu’nun başkenti Konstantinopolis’in fethi ile başlayan Yeni Çağ, Rönesans, Reform ve coğrafi keşiflerle bilimsel gelişimin hızlandığı bir çağ oldu. Kilisenin bilim üstündeki baskısı azalmış, devletlerin egemenlik rekabeti de yeni buluşları ve keşifleri beraberinde getirdi. Böylelikle 18. yüzyılda buhar gücü ile üretim çeşitlenmiş ve hızlanmış, köle ve hayvan gücüne dayalı üretim geride kalmış oldu ve yeni bir dünya düzeni doğdu.
Tehlikeli canlıların yok olması en büyük eşikti
Antropologlara göre Homo sapiens’in kökeni 200-300 bin yıl öncesine dayanıyor İnsanlığın dünyaya yayılması 60-70 bin yıl, sanat, sembolik düşünce ve gelişmiş dil gibi özelliklere sahip modern insanlığın geçmişi ise yaklaşık 40 bin yıl öncesine uzanıyor. Yani insan evrimi 40 bin yıl önce büyük ölçüde tamamlanmış diyebiliriz.
Buzul çağı, hayatta kalmayı başaran Homo sapiens’in, dünyaya yayılımını hızlandıran bir iklim olayıydı. Çünkü insanlar için ciddi tehlike yaratan yırtıcı hayvanların büyük bölümünün nesli tükenmişti. Kalan diğer yırtıcı canlılar da avcı toplayıcılar tarafından avlandı. Bu açıdan tehlikeli hayvanların neslinin tükenmesi de insanlığın gelişimi açısından tarım ve sanayi devrimi kadar önemliydi. Böylece insanlık, tehlikeli hayvanların yok oluşuyla birlikte gezegenin tek hakimi haline gelmiş oldu.
İnsanın tek tehdidi yine insan!
Arkeolojik ve antropolojik bulgular, yerleşik hayata geçmeden önce Sapienslerin sadece yırtıcı canlılara ile değil kendileri arasında da çatışmaların olduğunu gösteriyor. Tarım sonrası, artan nüfusla birlikte bu çatışmalar organize savaşlara dönüşürken, dinler ve imparatorlukların ortaya çıkışıyla birlikte savaşların boyutu da büyümüştü.
Diğer canlı türlerle savaşı kazanan insanlığın tek düşmanı artık kendi türüydü. Kazanabilmek için de daha güçlü, daha zengin ve daha zeki olmasına ihtiyaç vardı. İnsanlık güçlendikçe, savaşın şiddeti de arttı. İnsanlık, bir atom bombasıyla neler yapılabileceğini de maalesef test etti. Bu tecrübe, devletleri nükleer güce sahip olma isteğine itti.
Din ve ideolojik savaşlar azalmış olsa da kaynaklara sahip olma rekabeti, farklı cephelerde devam ediyor. Petrol ve doğalgaz gibi fosil kaynaklı enerji savaşları, yerini artık kobalt, lityum gibi değerli madenlere bırakıyor. Bunun için henüz küçük ölçekli çatışmalar ve ekonomik ambargolar gibi ticaret savaşları yaşanıyor. Dünyanın içinde bulunduğu siyasi gerginlik, bunun büyük bir savaşa evrilmesine de neden olabilir.
Diğer yandan insanlık, sadece Dünya’nın değil, diğer gezegenlerdeki kaynaklara da ulaşma şehvetini artırmış durumda.
Buzul çağında sağ çıkmayı başaran, devasal yırtıcı hayvanlarla mücadeleyi kazanan, kara vebalar, salgınlar, büyük savaşlarda hayatta kalan, şehirleri yıkan depremlere de mühendislik ile çözüm üreten, hemen hemen tüm bilinmezleri bilinir kılan, okyanuslar sonrası, yörüngeleri aşan insanlığı, sizce ne korkutabilir?
Harari’nin dediği gibi “Kendini Tanrılaştıran” insan mı? Yoksa yaşam ihtiyacımız olan suyun yokluğu mu?
Dünya kuruyor
Önemli bir araştırma, 1992–2020 arasında Dünya’daki en büyük bin 972 göl ve rezervuarın yüzde 53’ünde su miktarlarının ısınan iklim ve aşırı çekim nedeniyle azaldığını ve doldurulamadığını gösteriyor.
Dünya Meteoroloji Örgütü’nün yayımladığı bir rapor da, 2023’ün son 33 yılın en kuru nehir yılı olduğunu ve buzulların son 50 yılın en büyük kütle kaybını yaşadığına işaret ediyor.
2002’den beri yeraltı suyu dâhil karasal su depolamasındaki değişimleri izleyen NASA’nın uyduları, 2015’ten bu yana şiddetli kuraklıkların sıklaştığını ve küresel tatlı su kaybının toparlanmadığını gösteriyor. Bir başka önemli rapor da; 1970’ten buyana dünya sulak alanlarının yaklaşık yüzde 35’inin kaybedildiğini ve kaybın 2000 sonrası da hızlandığını bildiriyor.
Bu verilerin sadece incelenip arşivlendiğini düşünmüyorum. Bu veriler işlenip mutlaka geleceğe dair tahminler yapılıyordur ve bu tahminler, güçlü devletlerin küresel politikalarını da şekillendiriyordur.
İnsan, artık daha zengin daha güçlü ve yapay zekayla birlikte çok daha zeki. Tüm bunlar, yaşadığımız ve şiddeti artarak gelmekte olan iklim krizine ve kuraklığa bir çözüm bulmaya yetecek mi? Yoksa bu sefer hayatta kalanlar suyun başını tutanlar mı olacak?