İş dünyasının duayenlerinden Aclan Acar, 13. yüzyılda Türk kültüründe ve tasavvufta var olan değerlerin günümüzde Avrupa Yeşil Mutabakatı adı altında, yine bu fikrin mimarlarının torunlarına öğretiliyor olmasından üzüntü duyduğunu kaydediyor.
İş dünyasına dijital pencereden bakan Doruk Acar ise Riyad’taki bir toplantıya transferlerle 16 saat, yani iki iş günü harcarken, pandemiyle birlikte, altı ülkeden katılımlı dijital ortamda yaptığı sunuma, farklı bir ülke temsilcisinin ekran notu yazabildiğini belirterek, hibrit bir dünyaya işaret ediyor.
İş yapış şekilleri çok hızlı değişirken, aslında özde bazı temel değerlerin de gözetilmesi gerekiyor. Kuşak Hikâyeleri’nde; işte bu yapı içinde, iki kuşak arasında değişen iş yapış biçimlerine dikkat çekerken, korunması gereken kadim değerlerimizi de anımsatmaya çalıştık.
Aclan Bey, sürdürülebilirlik adına kariyerinizde yaptığınız küçük dokunuşlardan söz edebilir misiniz?
Sürdürülebilirlik konusu son zamanlarda Türkiye gündemine girdi. Benim gündemimde ise 70’lerdeki gençlik yıllarımdan beri yer alıyor. Özellikle, dünyadaki kıt kaynakların rasyonel kullanımı, optimizasyon, çevrecilik konuları kültürümde bulunuyor. Biraz da bunda TED Ankara Koleji’nin payını teslim etmek lazım. İnsana, çevreye değer veren, ekonomik kaynakları rasyonel kullanan bir yapıya daha gençlik yıllarımda konsantre oldum. Özellikle, Doğuş Grubu’nda görev yaptığım 1990’lı yıllarda, başta Garanti Bankası olmak üzere, sürdürülebilirlik konusunda ciddi çalışmalar yaptık. Yine bu kurumlardan, Doğuş Otomotiv Genel Müdürlüğü ve CEO’luğu görevlerini de yürüttüm. Bu kurumlar, Türkiye’de sürdürülebilirlik çalışmalarını ileri düzeye ulaştırmış markaların başında yer alıyor. O gün attığımız tohum, bugün hâlen kendini gösteriyor. Bu konuda ailemde eleştiri konusu da oluyorum. Neler yapıyoruz? Kullanmadığımız çok ufak maliyetli bir kablo televizyon sistemini bile iptal ediyoruz. Eleştiriler, iptal edilen sistemin ne kadar küçük maliyeti olduğu yönünde. Ama konu maliyet değil. Rasyonel kullanım biçimi, kullanmadığın bir şey var ise onu başkalarının kullanımına sunabilmen. Bir odadan çıkabiliyorsan, elektriği kapatman gibi. Basit ama üst üste koyduğunuzda bir anlam ifade edebilen bu davranış ve disiplin, daha aileden gelen bir eğitimle başlıyor.
Doruk Bey, profesyonel yaşamın dijital tarafındasınız. Farklılıkları da öne çıkartarak ne söyleyebilirsiniz?
Babam, sürdürülebilirliği içselleştirmiş, hepimize örnek bir profildir. Çocukluğumda, babama ‘“A aldım, B aldım” dediğimde, “Önemli olan ne aldığın değil, öğrenebiliyor olmandır!” derdi. Ya da terfi alamadığımda, bunun uzun vadeli etkileri yaklaşımını bize öğretmiştir. Babamdan öğrendiğim, bireyin kişisel sürdürülebilirliği de öncelikli ve önemlidir. “Yattığın kalktığın saate, kariyer planlamana dikkat et.” derken, “Çok hızlı biçimde yükselirsen, bir o kadar hızlı da düşersin. Buna karşılık sürdürülebilir biçimde ilerlersen, sonuna kadar emin adımlarla gidersin.” yaklaşımını benimsetmiştir.
“Karbon emisyon kullanımını azaltmaya çalışıyoruz, bu nedenle binamızda asansör kullanımı, şöyle oldu.” ifadesini rapora koymak için yazıyorsan ayrı, işin akli mantığıyla ve doğal hayata uyum için yapıyorsan ayrı.
Doğal hayatı koruma derneklerinde pek çok global CEO olur. Sonra toplantıya hepsi özel uçaklarıyla gider. Sen o toplantıya hiç gitmesen, doğal hayata daha fazla katkı sağlayacaksın! Profesyonel hayatın dijital kısmında da işin özüne bakmak önemli. Ne iş yaparsak yapalım, nihayetinde bir tane dünya var. İşin kaynak tüketim tarafı ve iş yapış şekli var. İş yapış tarzımızı sürdürülebilir kılmazsak, zaten iş devam etmiyor. Sahada da dijitalde de işin yapılabilirliğini, kariyerimizi ve özel hayatımızı sürdürülebilir hâle getirmemiz lazım. Benim gözlemlediğim, babamın çalıştığı gibi büyük kurumlar dışında, sürdürülebilirlik yok. 300 bin fason tişört siparişi aldığınızda, bunu yaparsınız. Ama 20 milyon sipariş aldığınızda, bunu mutlaka sürdürülebilir biçimde yapmak zorundasınız. Yapamadığınız takdirde, zaten belli bir boyutu aşamıyorsunuz. Girişimcilerimizin o çok hızlı başlangıcı, neden tüm kariyerlerine yayılamıyor? Çünkü sürdürülebilir bir başlangıç yapmıyorlar. Almanya gibi ülkeler, mühendislik hesabıyla yola çıkıp, tüm gelecek planlarını, iş akışlarını ve yol haritalarını çizip de işe koyuluyorlar.
Aclan Bey, oğlunuzun bahsettiği “Not değil, öğreniyor olman önemli” ya da “Terfi değil, uzun vadede ne getireceği önemli” yaklaşımınızı sormak istiyorum. Orada, Andre Gide’nin Dar Kapısı’ndaki gibi, “Sonuç değil, yol önemli” gibi bir bakış mı var?
Evet, çok net bir biçimde o süreçlerin doğru pazarlanması, bence sonuçtan çok daha önemli. Çünkü yanlış süreç uygulayarak da bir kereliğine, tesadüfen başarıya ulaşabilirsiniz. Ama bu sürdürülebilir olmaz! Dolayısıyla bir öğrenme disiplini, bir çalışma disiplini, bir iş akış felsefesi, yalın yönetişim sistemlerini içine monte ettiğiniz zaman aslında her defasında sonuç alabilme imkânınız olur. İş hayatı sonuç odaklı olmakla birlikte, ben o sonuca giden süreci tasarlamaya her zaman daha çok önem verdim.
Göreli olarak, Doruk’un, iş hayatına daha dijital bakışının temelinde de yine sizin öğretileriniz var. Kariyerinize ilk başladığınız günden bugüne, iş yapış şekilleri nasıl değişti?
Köklerine inmek gerekiyor. Neden sürdürülebilirlik, son yıllarda bizim hayatımıza daha çok girmeye başladı? Çok anlaşılır ve basit bir nedeni var. Dünya nüfusu çok hızlı artıyor ve doğal kaynaklar kısıtlı. Dolayısıyla optimizasyon gereği var. Nüfusun bir kısmında perişanlık varken, bir kısmında da kaynakların optimal kullanıldığı bir yaşam şekli söz konusu. Kaynakların rasyonel dağılımını baş köşeye koymak lazım.
İkinci önemli konu ise teknolojinin özellikle son yıllarda hızlı gelişmesiyle beraber, hayatımıza bu dijital olguların girmesi. Yani geçmişte, bizim fiziken yapmak zorunda olduğumuz birçok işi, artık zamansız ve mekânsız yapabilir hâle geldik. Bu da ikinci önemli olgu.
İki olguyu birleştirdiğinizde, aslında dünyadaki sınırların, dijitalleşmenin etkisiyle kalkmaya başladığını görüyorsunuz. İki olguyla birlikte, işin içine sadece sürdürülebilirlik kavramı değil, çevre faktörü de giriyor. Çünkü, insanoğlu doğal kaynakları Sanayi Devrimiyle birlikte hızla tahrip ettiği için bugün doğaya da kaynaklara da her zamankinden daha fazla ihtiyacı var.
Çocuk işçi çalıştıran bir yerin ürününü, insanlar artık kullanmayı tercih etmiyor. Dünya Bankası ya da uluslararası finans kuruluşları, insan haklarına saygı duymayan bir kuruma değerlendirme yapmak; çevreyi kirleten bir kuruluşa, artık kredi vermek istemiyorlar.
Aclan Acar
Etik ve davranış biçimi küreselleşmeyle birlikte hayatımıza girdi. Söz gelimi, çocuk işçi çalıştıran bir yerin ürününü, dünyada birçok yerde insanlar kullanmak istemiyor. Dünya Bankası ya da uluslararası finans kuruluşları, insan haklarına saygı duymayan bir kuruma artık değerlendirme yapmak; çevreyi kirleten bir kuruluşa, kredi vermek istemiyorlar. Özel finansman paketleri devreye girdi. Bütün bunlar aslında temel bir gereksinimin sonucunda ortaya çıktı. Dünyadaki büyük oyuncular ve kurumlar yerleşmiş düzen içerisinde mümkün olduğu kadar çevre, insan, sosyal davranış biçimi ve sürdürülebilirlik konusunu daha fazla ön plana almaya başladılar. Belki 15 sene önce de bu konu gündemdeydi ama şimdi çok daha fazla gündemimize oturdu. Aslında beni üzen ve işin garip tarafı, Türk kültüründe ve özellikle tasavvufta, sürdürülebilirlik kavramının temelinin 13. yüzyıla dayandığını görüyoruz. Yani bu kadar eski ve bu kadar köklü bir kavram.
Doğan Cüceloğlu ile sohbet ediyoruz, çocukken sapanla kuş avlıyormuş, neden taş attığı sorulunca, “Ne olacak anne, kuş” deyince, annesi “O da bir can” demiş. Biliyorsunuz, çok yeni olarak, Türkiye’de hayvanlar artık mal değil, can olarak değerlendirilmeye başladı. 21. yüzyılda bu konu Türkiye’de gündemde ama aslında aynı Türkiye’de 13. yüzyılda hayvanı da can sayan bir felsefe var: Suyu idareli kullan, israf yapma, çevreyi kirletme, hayvanlara özen göster, küçüğü sev, büyüğü say. Medeni dünyanın sürdürülebilirlik diye ifade ettiği kavramlar, aslında yüz yıllardır kültürümüzde var olan şeyler. Doruk’un dediği gibi bu kriterleri şekil olarak değil, içselleştirerek yapmakta büyük fayda görüyorum. Dijital dünya iletişimi, entegrasyonu hızlandırırken, dünyanın herhangi bir noktasındaki bir olaydan eş zamanlı haberimiz olmaya başladı. Onun için, “mış” gibi yaparak bu işi sürdürme şansımız yok.
Hem bireysel olarak hem sanayi ve ihracat hem de dünya için sürdürülebilir olmak zorundayız.
Doruk Acar
Doruk Bey, sizi ekonomi danışmanı olarak tanıyoruz ama sizin bir de hizmet alanında şapkanız var. Pandemi iş yapış şekillerini daha sürdürülebilir hâle getirebilir mi?
Değişimi sürdürülebilirliğe bağlarsak, kaynak optimizasyonu itibarıyla dijital dünya, yeni bir hayatın da kapısını açtı. Ben, kendimden örnek vereyim. Dört saatlik uçuş mesafesindeki Riyad’a gidiş geliş, havaalanı transferiyle 16 saat. Yani iki iş günü. Orada uçağın yakıtı, transferlere ödediğin para, otelin masrafı ve yitirdiğin zaman derken, anlamsız bir kaynak israfı söz konusu. Dijitalin hayatımıza hızlıca girmesiyle, uzaktan çalışmaya çok alıştık. Altı farklı ülke ile dijital ortamda görüntülü toplantı yapıyoruz. Teknoloji o kadar gelişmiş ki benim sunduğum slayta, farklı bir ülkeden ekran notu yazabiliyorlar. Market alışverişinizden, finansal hizmetlere kadar da dijitalleştik. Sıfır insan teması ile üretim mümkün hâle geldi. Şimdi de şunu tartışmak lazım, robotlaşmamak için ne yapmamız gerekiyor? Hem bireysel olarak hem sanayi ve ihracat hem de dünya için sürdürülebilir olmak zorundayız. Dijitalleşme bizlere zamanımızı daha optimal kullanmak açısından fırsat sunmaya başladı.
Bazı sektörler yapısal olarak da değişecekler. Yeni iş yapış şekilleri, süreci nasıl daha sürdürülebilir kılacak, bunu da zaman gösterecek.
Estonya 2015’te, dijital bir programı devreye alarak, zamandan, mekândan muaf çalışma sistemini geliştirdi. Buna göre, dijital ortamda AB pasaportu alıp, iş yeri kurabiliyor, kurduğunuz iş yerinin, uluslararası toplantılarını yapıyor, evlendirebiliyor ya da kapatabiliyorsunuz. Tüm bunları da siz dünyanın herhangi bir yerindeyken elinizdeki akıllı telefon ile yapabiliyorsunuz. Dünya nereye gidiyor?
Hibrit bir yapıya doğru eviriliyoruz. Yani hayatımızın bir kısmını, yine fiziki birlikteliklerle yürüteceğiz. Fakat işimizin önemli bir kısmını dijitalin hayatımıza kattığı sistemlerle yapacağız. Anadolu’da sevdiğim bir deyiş vardır: “Göz ola dağın ardını göre, akıl ola başa geleceği bile” diye. Bu aslında vizyon ile misyonun en güzel tanımlaması. Dijitalin hayatımıza kattıklarıyla, artık birçok şeyi çevrim içi ortamda yapabiliyoruz. Hayat Eve Sığar uygulaması ile sistem daha siz aşı olduğunuz anda, aşılarınızı tanımlayabiliyor. Yine yurt dışına giderken bunları kullanabiliyorsunuz. Sonuçta elimizde bu imkânlar varken, süreç ve sistem tasarımlarını teknolojinin de yardımıyla, artık bürokrasiyi azaltacak hâle getirdiğimiz zaman, çok daha hızlı ilerleme kaydedebileceğiz. Daha bugün yeni bir teknolojik gelişim hayatımıza girdi. Kumaşların üzerine görsel yansıtabilen dijital teknoloji, artık ticari kullanıma geçti. Dolayısıyla artık giydiğiniz gömleğin üzerine de pasaportunuzu yansıtabiliyorsunuz. İleride ne olacak diye baktığımızda, teknolojinin de yardımıyla üretim sürecinin çok daha iyi tasarlanabileceği bir döneme giriyoruz. Özellikle Mars’ta yapılan çalışmalar, bunun en önemli göstergelerinden biri. Yeni iş yapış şekli, teknolojinin hayatınıza getirdiği kolaylıklarla birlikte olacak, diye düşünüyorum. 1800’lerde Sanayi Devrimi bir ivme kazandırıp, gayrimenkul ve altyapı yatırımları nasıl ki 1950’li yıllarda bir büyüme hızı getirdiyse, küresel ekonominin 2020 yılındaki büyüme süreci, teknolojinin hayatımıza getirdiği kolaylıklar ve dünyanın ihtiyaç duyduğu temel ham madde ve gıda maddeleri belki kâinatın diğer taraflarındaki imkânlardan karşılanacak. ABD’nin keşfiyle getirilen altının, Avrupa’da altın fiyatlarını etkilediğini ve 1500’lü yıllarda yeni bir büyüme trendi başlattığını dünya gördü. Bu dönemde de böyle bir kaynak bulunması ve teknolojinin de yardımıyla, kaynakların optimal kullanılması dünyanın yeni büyüme motoru ve ivmesi olacaktır.