Sektör, sürdürülebilirliği aşırı tüketimi meşrulaştırmak için kullanmayı tercih ettiği için toplumda artan çevresel ve sosyal farkındalığa karşın, müşterilerine daha “yeşil” ürünler sunarak satışlarını kaybetmemiş oldu. Gezegenin kurtuluşunu bireylerin seçimlerine indirgeyen bu sistem, uzun ve karmaşık tekstil tedarik zincirinin karanlık yüzünü, yani asıl sorunu ve suçluyu gizliyor. Tam da bu noktada sürdürülebilir bir gelecek için en önemli faktörlerden biri göze çarpıyor: Şeffaflık.
TEKSTİL TEDARİK ZİNCİRİ
Tekstil, dünyadaki en uzun ve karmaşık tedarik zincirine sahip sektörlerden biri. Basit bir pamuk tişörtün bile uzun bir üretim süreci var. Süreç, ana materyal olan pamuğun tarlada yetiştirilmesi ile başlar. Konvansiyonel pamuk tarımında çok miktarda su ve kimyasal kullanılır. Bu kimyasallar toprağın verimliliğini düşürürken pamuk işçisinin sağlığını tehlikeye atar. Toplanan pamuk elyafı sırasıyla iplik ve kumaş hâline getirildikten sonra kesim/dikim aşamasına gelir. Bu aşama henüz tam olarak otomatikleştirilemediğinden iş gücü yoğun şekilde ilerler. Tekstildeki seri üretimin hızlı ve özensiz yapısı, terzilik gibi ustalık gerektiren bir zanaata ihtiyaç duymaz. Bu nedenle giysilerimizi diken tekstil işçileri, çok düşük ücretlerle çalıştırılır. Bu özensiz üretimin bir sonucu olarak ortaya çıkan kalitesiz giysilerin kullanım ömürleri de oldukça kısadır.Giysilerimizi renklendirmek, onlara estetik ve konfor özellikleri kazandırmak için elyaf, iplik, kumaş veya giysi aşamasında ıslak işlem denen boyama, baskı ve terbiye uygulanır. Bu işlemler bol miktarda su, enerji ve kimyasal gerektirir. Yapılan çalışmalara göre küresel karbondioksit salımının yüzde 10’u ve endüstriyel su kirliliğinin yüzde 20’si tek başına tekstil sektöründen kaynaklanmaktadır. Aynı zamanda üretim fazlası, satılamayan veya satıldıktan sonra birkaç kullanım sonrası çöp hâline gelen giysiler, büyük bir katı atık problemine de sebep olur. Her aşamasında bu kadar çok çevresel ve sosyal etkinin yaratıldığı bir endüstride, sürdürülebilirlikten bahsetmek için materyal eldesinden kullanım sonrasına kadar ayrıntılı bir etki analizi yapılması gerekir. Süreci iyileştirmek için ayrılan kaynaklarsa en çok etkinin yaratıldığı alana harcanmalıdır.
YEŞİL BADANA (GREEN WASHING)
Tekstil sektöründeki sürdürülebilirlik çalışmalarına baktığımızda pek çok iyi uygulama görüyoruz. Organik, geri dönüştürülmüş veya biyobozunur materyal kullanımı, az su gerektiren üretim teknikleri, ekolojik kimyasallar, güneş ve rüzgâr gibi temiz enerji kaynaklarına yatırım, su, buhar ve kimyasalların geri kazanımı ve yeniden kullanımı bunlardan sadece birkaçı. Moda markalarının bu iyi uygulamaları ne kadar takip ettiği ise tartışmalı bir konu. Markalar, etki analizlerini yapıp en çok zararın yaratıldığı alana odaklanmak yerine genellikle ilk bakışta müşterinin ilgisini en çok çeken yerlere yatırım yapmayı tercih ediyor. Örneğin mağazaya girdiğinizde gözünüze “sürdürülebilirlik” temalı bir koleksiyon çarpıyor: Minimalist modeller, toprak tonları ve craft kâğıttan etiketler üzerinde ekolojik bir hava yaratan yaprak desenleri görüyorsunuz. Koleksiyonun reklamları her türlü platformda karşınıza çıkıyor. Ancak ürünlerin içerik etiketlerine baktığınızda “Yüzde 5 organik pamuk, yüzde 95 polyester.” gibi bir tabloyla karşılaşıyorsunuz. Marka, pahalı olduğu için ürününde sadece yüzde 5 oranında organik materyal kullanırken iş ürünün reklamını yapmaya geldiğinde, büyük bütçeler ayırmaya razı oluyor. Yani eldeki finansal güç, gerçekten doğa ve insanların iyiliği için kullanılmaktansa yapılan en ufak iyileştirmenin reklamına harcanıyor. Ürünün detayına bakmayan veya karmaşık tedarik zincirinden bihaber olan müşteri ise reklamlara inanarak bu ürünü satın alınca doğayı koruyabileceği yanılgısına kapılıyor.
SORUMLULUK ÜRETİCİNİN OMUZLARINDA
Sektörde yapılan az sayıdaki iyi uygulamanın tüm maddi yükümlülüğü üreticilere yıkılıyor. Küresel moda markaları, çalıştıkları üreticilerden belirli çevresel ve sosyal standartlara uymalarını bekler. Talep edilen “check-list”teki tüm maddeleri gerçekleştiremeyen üreticiler, ilgili markaya üretim yapamaz. Burada çok temel iki sistemsel sorun ortaya çıkıyor:
- Markalar ister entegre bir üretim tesisi ister ufak çapta bir atölye olsun, tüm tedarikçilerinden aynı standartları karşılamasını bekliyor. Kimi zaman yaptıkları işin doğasına aykırı kurallarla karşılaşan tedarikçiler, bu check-list’i doldurabilmek için kaynaklarını operasyonlarında bir iyileştirmeye yol açmayan, verimsiz yerlere harcamak zorunda kalıyor.
- Markaların genellikle sürdürülebilirlik ve satın alma operasyonları için farklı ekipleri oluyor. Yani aynı markanın sürdürülebilirlik ekibi, üreticilerden çevresel ve sosyal uygunluk için pahalı sertifikalar talep ederken satın alma ekibi, maliyetleri azaltmak için sıkı bir fiyat pazarlığına oturuyor. Üreticiler tüm bu talepleri karşılamaya çalışırken kendilerini fiyat-sürdürülebilirlik çıkmazında buluyor.
Check-list doldurma üzerine kurulan bu sistem, zaman ve para kaybına yol açıyor. Daha da kötüsü gezegeni ve toplumu korumak için konan kurallar, kaçınılmaz olarak markalara ekstra maliyet çıkarınca kitabına uydurularak (!) göz ardı edilebiliyor.
ÇÖZÜM: ŞEFFAFLIK
2013 yılında, Bangladeş’teki Rana Plaza isimli tekstil üretim merkezi çöküp içindeki bin 134 tekstil işçisi hayatını yitirdiğinde birçok global marka orada üretim yapmadığını iddia etti. İlerleyen günlerde göçüğün altından çıkan marka etiketleri onları yalanladı. Bu da aslında hâlihazırda var olan sistemin çalışmadığını, giydiğimiz giysilerin nerede, hangi koşullarda, kimler tarafından üretildiği hakkında ne kadar az fikrimiz olduğunu ortaya çıkardı. Çoğu zaman markaların, hızlı ve ucuz üretimlerini “müşteri talebi” diyerek meşrulaştığını görüyoruz ancak müşteriler, tedarik zinciri boyunca kapalı kapılar ardında olanlardan haberdar değil. Eğer nihai kararı verme görevi müşterilere yüklendiyse onları doğru bir şekilde bilgilendirmek markalar, üreticiler, sivil toplum örgütleri ve hatta devletler ve devlet üstü kurumların da aralarında yer aldığı tüm sektör paydaşlarının sorumluluğundadır. Gezegenimizin ve insanların refahı için markaların koyduğu ve kendi inisiyatiflerinde uyguladıkları kurallara bel bağlayamayız. Karşı karşıya olduğumuz küresel sorunların çözümü, şeffaf ve operasyonları hakkında hesap sorulan bir tekstil sektöründen geçiyor. Bir ürünün, üretildiği bölgenin içme suyunu kirlettiğini, bir çocuk tarafından dikildiğini ve çocuğun bunu yapması için şiddet gördüğünü bile bile onu gönül rahatlığı ile satın alıp giyebilecek kaç kişi vardır?