Sıcak hava dalgalarından sellere, fırtınalardan kuraklığa, iklim değişikliğinin etkileri enerji sistemleri üzerindeki etkisini de artırmaya başladı. Aşırı hava olayları, yenilenebilir enerji üretimini zorladığı gibi bir taraftan da geleceğin enerji sistemlerinin nasıl şekillendirilmesi gerektiğine dair hazırlıkların hızlandırılmasında önemli bir rol oynuyor.
İklim değişikliğiyle birlikte ekstrem hava olaylarının sıklığını ve şiddetini artırdığı bir gerçek. Dünya Sağlık Örgütüne göre son 50 yılda aşırı hava olayları yaklaşık yüzde 400 artış göstermiş durumda. Aşırı hava olayları, doğa üzerinde yarattığı tahribatlar bir yana sistemsel de birçok aksaklığa neden olabiliyor. İklim kaynaklı aşırılıkların, özellikle yenilenebilir enerji sistemlerini doğrudan etkileme gücü bulunuyor.
Bu tür olaylar güneş panellerini fiziksel olarak zorladığından; dolu, aşırı sıcaklık ve fırtına gibi koşullar verim düşüşlerinin yanı sıra panellerde hasara yol açabiliyor. Uluslararası enerji düşünce kuruluşu Ember’in “6. Küresel Elektrik Değerlendirmesi” analizine göre hava olayları kaynaklı kesintiler, 2 ile 4 gün aralığında sürebiliyor ve yıllık güneş enerjisi üretiminde yaklaşık yüzde 1’lik bir kayba neden olabiliyor. Rüzgâr türbinleri ve hidroelektrik santraller için de benzer şekilde zorluklar ortaya çıkıyor. Fırtına ve türbülans gibi hava olayları, rüzgâr türbinlerinde verim kayıplarına yol açabildiği gibi hidroelektrik santraller ise kuraklık ve sel gibi hava koşullarına karşı oldukça savunmasız kalıyor.
YENİLENEBİLİR KAYNAKLARIN ELEKTRİK ÜRETİMİNDEKİ PAYI ARTIYOR
Fosil yakıtların neden olduğu karbon emisyonlarını azaltmak için güneş, rüzgâr ve hidroelektrik gibi temiz enerji kaynaklarına geçiş tüm dünyanın önceliği hâline gelmiş durumda. Yenilenebilir ve nükleer gibi düşük karbonlu elektrik kaynaklarından elektrik üretimi, 2024’te küresel çapta yüzde 40 oranını aştı. Bununla birlikte yenilenebilir enerji kaynakları 2024 yılında elektrik üretimine 858 teravatsaatlik rekor bir değerle katkı sağladı.
Yenilenebilir kaynaklardan elde edilen elektrikteki rekor artış, nükleerden elde edilen elektrikteki 69 teravatsaatlik küçük artış ile birlikte düşük karbonlu elektrik üretimi oranını 2024’te yüzde 40,9’a taşıdı. Hidroelektrik en büyük düşük karbonlu elektrik kaynağı olmayı sürdürürken onu yüzde 9 ile nükleer, nükleeri de yüzde 8,1 ile rüzgâr ve yüzde 6,9 ile güneş izledi.
YENİLENEBİLİRİN FIRSATLARLA DOLU KAYNAĞI GÜNEŞ
İklim değişikliğinin olduğu bir gerçeklikte dünyanın en büyük fırsatlarından biri olarak görülen güneş, kaynağı itibarıyla aynı zamanda da çok dikkatle yönetilmesi gereken bir alan. Ember’in çalışmlarına göre güneş, son 20 yıldır üst üste en hızlı büyüyen enerji kaynağı oldu ve 2024’te kurulan yeni kapasitesi ile 2022’nin iki katını geçerek toplamda 2 teravatlık güce ulaştı.
Bu hızlı büyüme, sıcak dalgaları sırasında artan güneş ışınımıyla gündüz saatlerinde elektrik üretimini artırıyor. Böylece özellikle klima kullanımıyla yükselen soğutma talebine doğal bir destek sağlanmış oluyor. Ancak akşam saatlerinde sıcaklıklar yüksek seyretmeye devam ederken güneş üretimi hızla azalıyor. Bu da şebeke dengesini korumak için batarya depolama sistemleri ile esnek talep yönetimini zorunlu hâle getiriyor.
Depolama teknolojilerinin hızlı biçimde devreye girmesi talebin arttığı bir dünyada fosil yakıtlara bağımlılığı azaltabileceği gibi bulutluluk ya da toz fırtınaları kaynaklı güneş üretimindeki kısa süreli kesintiler ise ancak coğrafi çeşitlendirme ve güçlü şebeke bağlantılarıyla dengelenebilir.
RÜZGÂR ENERJİSİNDE DAYANIKLILIK İHTİYACI VAR
Düşük karbonlu enerji dönüşümünün temel bileşenlerinden biri olan rüzgâr enerjisi, 2024’te artan performansıyla elektrik üretimindeki payını yüzde 8,1’e yükselti. Ancak payını her nekadar hızlı artırıyor olsa da rüzgâr, iklim değişikliğine oldukça duyarlı bir kaynak. Rüzgâr rejimlerindeki mevsimsel kaymalar, uzun süren durgun hava dönemleri ya da aşırı fırtınalar, rüzgâr kaynaklı elektrik üretiminde büyük dalgalanmalara yol açabiliyor.
Ember’in raporu, hava koşullarının yalnızca elektrik talebini değil aynı zamanda arzı da doğrudan etkilediğini vurgulayarak rüzgâr enerjisinin, iklim değişikliği karşısında daha dayanıklı hâle gelmesi için atılması gereken adımlar olduğuna dikkat çekiyor. Bu noktada rüzgar enerjisi üretiminde iklim değişikliği kaynaklı risklerin önlenmesi için coğrafi dağılımın genişletilmesinin, kara ve deniz rüzgârını dengeli bir şekilde geliştirmenin, hava tahminlerini iyileştirmenin ve bakım süreçlerini optimize etmenin gerekli olduğu belirtiliyor. Kısa süreli batarya depolama sistemleri, rüzgârın saatlik üretim dalgalanmalarını yumuşatabiliyor. Talep yönetimiyle de tüketim, rüzgârın yoğun estiği saatlere kaydırılabiliyor. Süreç bu şekilde geliştirilebilirse rüzgâr, değişken doğasına rağmen güvenilir ve sürdürülebilir bir enerji kaynağı olarak enerji sistemindeki rolünü güçlendirebilir.
KÜRESEL İKLİM KRİZİNİN YENİLENEBİLİR ENERJİDE OYNADIĞI ROL
Ember’in hazırladığı “Küresel Elektrik Görünümü 2025” isimli raporuna göre 2024 yazı boyunca iklim değişikliğinin elektrik sistemleri üzerindeki etkileri net biçimde görüldü. Özellikle yoğun nüfuslu bölgelerde yaşanan aşırı sıcaklar, klima ve soğutma ihtiyacını artırarak elektrik talebinde büyük bir sıçramaya yol açtı. Bu durum, 2023’e kıyasla talebi ekstra yüzde 0,7 büyüterek toplam talep artışını yüzde 4’e çıkardı.
Yenilenebilir enerji kaynaklarının üretimi rekor seviyeye ulaşmış olmasına rağmen bu ani talep artışları, fosil yakıt kullanımının yeniden gündeme gelmesine neden oldu. Fosil kaynaklı üretim yüzde 1,4 yükselirken buna bağlı emisyonlar da tarihsel olarak en yüksek seviyeye çıktı. Rapora göre aşırı sıcaklar olmasaydı, yenilenebilir kaynaklardan elde edilen temiz elektrik, 2024 yılındaki ek talebin yüzde 96’sını karşılayabilecek durumdaydı. Yani yenilenebilir kaynakların yetersizliği gibi bir durum söz konusu değil. Tek sorun, aşırı hava olaylarının talebi kısa sürede çok hızlı artırmasından kaynaklanıyor.
Bu ani dalgalanmalara karşı yeterli esneklik, depolama ve yük kaydırma çözümleri olmadığı için fosil yakıtlar devreye girmek zorunda kalıyor. Gelecekte ısı dalgaları ve nemin artışı, özellikle akşam saatlerinde elektrik talebini daha da yükseltecek. Bu da batarya depolama, talep yönetimi ve bölgesel şebeke bağlantılarının, enerji güvenliği açısından kritik rol üstleneceği anlamına geliyor.
İKLİM RİSKLERİNE KARŞI DİRENÇLİ BİR ALTYAPI KURMAK MÜMKÜN MÜ?
İklim değişikliği, yenilenebilir enerji kaynakları ve geleceğin enerji sistemlerinin tasarımının şekillenmesinde önemli rol oynuyor. İklim olaylarının yarattığı belirsizlikler, yenilenebilir sistemlerin öngörülebilirliğini zorlaştırsa da bu durum adaptasyon stratejilerinin gelişmesini hızlandırmaya başladı. Enerji planlayıcıları artık enerji sistemlerinin hem üretimi hem de talebi için iklim verilerini ve gelişmiş hava tahmin modellerini kullanarak daha stratejik kararlar alıyor. Özellikle şehir ölçekli enerji sistem tasarımlarında iklim dayanıklılığı kavramı önceliğe alınıyor. Böylece yoğun soğutma ya da ısıtma taleplerinin yaşandığı ekstrem iklim dönemlerinde sistem dayanıklılığını artırıyor.
Temiz enerjinin sunduğu çevresel faydalar yadsınamaz bir gerçek ancak sistemin gelecekteki iklim koşullarına ayak uydurabilmesi için adaptasyon yeteneği olmazsa olmaz hâle gelmiş durumda. Tüm enerji sistemleri, üretim, iletim ve dağıtım noktalarında çevresel gerilimlere karşı dayanıklı hâle getirilmeli. İklim kaynaklı risklere karşı daha dayanıklı bir enerji sistemi kurmak için en temel adımların başında altyapı güçlendirilmesi geliyor.
Haber metninin orjinaline TİMREPORT dergisinden ulaşabilirsiniz.
RAKAMLARLA ENERJİ
%40,9
2024’te düşük karbonlu kaynaklardan üretilen küresel elektrik üretiminin payı
+%29
2024’te güneşten elektrik üretiminin artış hızı oranı (altı yılın en yüksek rakamı)
+%4
2024’te sıcak hava dalgalarına bağlı elektrik talebi artışı