Yarın sandığımızdan çok daha hızlı şekilde yaklaşırken, bu geleceğin bugünden nasıl farklılaşacağı ve bu değişime nasıl hazırlanılması gerektiği hepimizin en çok sorguladığı konulardan biri hâline geliyor.
Geleceğin Toplumunda Yönetim, Peter Drucker’ın 1996-2001 yılları arasında yazdığı makalelerden derlenen bir kitap. Drucker, kitabında “Tüm yönetici ve liderlerin anlaması gereken konu ‘Yeni Ekonomi’ değil, ‘Yeni Toplum’dur” diyerek üç temel trend üzerinde duruyor: Genç nüfusun azalması, üretimin düşüşü ve bilgi devriminin yükselişi.
Drucker, tarihteki önemli olayları ve geçişleri anlamak için öncelikle toplumu anlamamız gerektiğini vurgularken, gelişmiş dünyada ve gelişmekte olan ülkelerde yeni toplumun, yeni ekonomiden daha önemli hâle geleceğini belirtiyor. Yirminci yüzyılın sonundaki toplumdan çok farklı, benzeri görülmemiş bir dünya oluşurken, bu değişimin etkilerini birçok kişi yeni yeni fark etmeye başlıyor.
Yaşlı nüfusun hızla artması ve genç nüfusun azalması, yaşam süresinin ve çalışma yıllarının uzaması gibi gelişmeler, bilgi devrimiyle birlikte Drucker’ın öngördüğü gerçeklikleri günümüzde yaşadığımızı gösteriyor.
Geleceğin Toplumu: Bilgi Toplumu
Geleceğin toplumu bir “bilgi toplumu” olacak. Bilgi, ana kaynak hâline gelirken sınırsız olanaklar sunacak ve toplumun tüm kesimlerinde serbestçe dolaşabilecek. Bu yeni dönem hem bireyler hem kuruluşlar için son derece rekabetçi bir yapı yaratırken, bilgi akışının neredeyse anında yayılmasını mümkün kılacak.
Tüketici davranışları açısından da bilgiye erişimin kolaylığı ve hızı nedeniyle bilgiye odaklanan kurumlar –şirketler, üniversiteler, hastaneler ve hatta devlet kurumları– küresel ölçekte daha rekabetçi hâle geliyor.
Yeni ekonomi büyük ölçüde bilgiye dayanırken, en hızlı büyüyen alanlardan biri de bilgi teknolojisi uzmanlıkları olacak. Yazılım geliştiriciler, bilgisayar teknisyenleri, üretim teknolojisi mühendisleri ve klinik laboratuvar analistleri öne çıkan meslek grupları arasında yer alacak. Yirmi birinci yüzyılda güç, bilgi teknolojisiyle şekillenecek ve bu alandaki uzmanlar toplumsal ve hatta politik anlamda daha etkili hâle gelebilecek.
YENİ KORUMACILIK
Geleceğin toplumu yapısal olarak da farklılaşacak. Hâlâ etkilerini yaşadığımız 20. yüzyıl, 10 bin yıl boyunca hâkim olan tarım toplumunun gerilemesini simgeliyor.
Bir zamanlar dünya ticaretinin yüzde 70’ini oluşturan tarım ürünlerinin payı, günümüzde yüzde 17’ye kadar düştü. Yirminci yüzyılın başlarında gelişmiş ülkelerin en büyük sektörü olan tarım, bugün artık marjinal bir düzeye geriledi. Buna karşılık, bilgi teknolojilerine yapılan yatırımlar arttı.
DÜNYADA ÜRETİM KORUMACILIĞI ARTIYOR
Sanayi üretim hacmi yükselirken, üretim korumacılığı da devam ediyor. Ancak bu korumacılık, geleneksel tarifelerden ziyade sübvansiyonlar, kotalar ve düzenlemelerle şekilleniyor.
Drucker’a göre, imalat sektörünün iş yaratma ve zenginlik üretme gücündeki azalma, yeni bir korumacılığı beraberinde getiriyor. Bu türbülans döneminde ülkeler kendi pazarlarını dış etkilere karşı koruma refleksiyle hareket ederken, bu duvarların uzun vadede yetersiz kalacağını da vurguluyor.
OTOMOTİVDE ŞİRKETLERİN GELECEĞİ
Bundan bir yüzyıl önce çok uluslu şirketler yerli firmalardı. Her biri kendi kendine yetiyor, yurt dışındaki iştirakleri ise bölgesel ve özerk yapılarla faaliyet gösteriyordu. Günümüzde ise bu şirketler ürün ve hizmetlere göre küresel olarak organize oluyor, aynı stratejiyle kontrol ediliyorlar.
Değişim otomotiv sektörünü de etkiliyor. Şirketlerin sahiplik yapıları değişmese de ortak girişimler, azınlık hisseler, teknoloji paylaşımı ve iş birliği anlaşmaları gibi yapılar daha yaygın hâle geliyor. Bu süreçte yeni organizasyon yapıları ve üst düzey yönetim modelleri önem kazanacak. Bölgesel operasyon yönetimleri daha da kritik hâle gelirken, hedef büyüyen bir şirketi yönetmek olacak. Bu da kısa ve uzun vadeli planlamaların paralel yapılmasını gerektiriyor. Değişen küresel dengelere verecekleri hızlı tepkiler, şirketlerin başarısını doğrudan etkileyecek.
Bu dönüşümle birlikte “Otomotiv şirketleri neler yapmalı?” ve “Yeni topluma nasıl hazırlanmalı?” gibi sorular önümüzdeki dönemde daha fazla gündemde olacak. Peter Drucker’ın “Geleceği tahmin etmenin en iyi yolu onu yaratmaktır” sözü, yönetim dünyasının bu zorlu dönüşümünü en iyi özetleyen cümlelerden biri.
DEĞİŞİMİN ANAHTARI: UYUM VE DÖNÜŞÜM
2025 yılına yaklaşırken dijital dönüşüm ve dijital tüketici finansmanı ürünleri giderek önem kazanıyor. Bu da stratejilerin ne kadar hızlı şekillendiğini gösteriyor. Yeni nesil finansman ürünleri, üretici ve tüketici arasındaki etkileşimi yeniden tanımlarken, şirketlerin yeni teknolojileri üretim süreçlerine dâhil etmesi ve rakiplerini analiz etmesi artık çok daha kolay hâle geliyor.
Günümüzde neredeyse tüm sektörlerde, üretimden tüketiciye kadar uzanan tüm süreçlerde hızlı değişimler yaşanıyor. Ancak artık sadece yeni bilgiye değil, bu bilgiyi değerlendirecek yeni düşünme yöntemlerine de ihtiyaç var.
GELENEKSEL FİNANS ÜRÜNLERİ DEĞİŞİYOR
Tüketici deneyimi ve satış modeli tamamen dönüşürken, artık tüketici alışveriş ya da taşıt satın alma kararını verdiği anda dijital finansman seçeneklerini de değerlendirip kullanabiliyor. Satış noktasında krediye entegre erişim, müşteri memnuniyetini artırırken üreticiler açısından da yeni bir satış avantajı sunuyor. Z kuşağı, çevresel duyarlılığı yüksek, anlamlı bir yaşam tarzını benimseyen ve değer odaklı bir nesil. Bu nesil için geleneksel prestijin yerini kapsayıcılık, sürdürülebilirlik, şeffaflık ve döngüsel inovasyon gibi değerler alıyor. Bu nedenle tüketici finansmanında müşteri deneyimini iyileştirmek artık stratejik bir öncelik hâline geliyor.
Nesnelerin interneti (IoT) ile birlikte finansal sistemler, yapay zekâ destekli teknolojilerle kişiselleştirilmiş kullanıcı deneyimleri sunabilecek. Bu da kurumların müşteriyle bağ kurmasını ve kullanıcıya özel hizmetler üretmesini kolaylaştıracak.
Değişimin sunduğu verimlilik ve üretkenlik, geçmişte olduğu gibi yeni roller ve fırsatlar yaratırken, tüm organizasyonların bu dönüşüme uyum sağlaması gerekecek. Bu uyum, değişen iklim koşullarından tüketiciye ulaşma yöntemlerine kadar her alanda yeniden yapılanmayı zorunlu kılıyor.
Eskiden çok uzun süren bu dönüşüm süreci, artık beklenenden çok daha kısa sürede yaşanıyor. Bu nedenle tüketiciler, kurumlar ve toplum olarak değişime karşı daha açık, esnek ve aktif bir yaklaşım benimsememiz gerekiyor.