fbpx

Zararlı mıdır?

İnternet ortamında dolaşan yanlış bilgi ve görüntülere inanmamızın temelinde, gittikçe zayıflayan eğitim sistemimiz var. Bilim, araştırmaya “zararlı mıdır?” sorusuyla başlar. Ancak soruya “Neden zararlı?” diye başlayacak olursanız yargınızı baştan vermişsiniz demektir.

Bilgilerimizi nereden alıyoruz? Dünya Ekonomik Forumu, her senenin başında iş dünyasının öngördüğü en büyük riskleri açıklıyor. Bu seneki listenin başında bilerek ya da bilmeyerek yanlış bilgilendirme vardı. Özellikle ChatGPT gibi yapay zekâ tabanında çalışan dil programları ortaya çıktıkça internet ortamı da hızla bu yanlış bilgilerle dolmaya başladı. Bu yanlış bilgilere inanmamızın temelinde, gittikçe zayıflayan eğitim sistemimiz var. Konumuz sürdürülebilir üretim olduğundan politikadaki yanlış bilgilendirmeye dokunmadan başka bir örneğin üzerine yoğunlaşacağım. Son zamanlarda, marketten alınan bir elmanın üzerine oldukça sıcak bir su döktüğünüzde üstündeki parlak, mum gibi kaplamanın eriyip çıktığını gösteren videolara rastlamaya başladık. Bu görüntüler karşısında çoğu bilinçli tüketici araştırma yapmaya başladı. Bilim, araştırmaya “zararlı mıdır?” sorusuyla başlar. Yani, “modern gıda sistemi bu nesneyi ürettiyse bu mutlaka zararlı bir şeydir” alt düşüncesinin temelinde komplo teoriciliği vardır ve bu her zaman sağlıklı bir kavram değildir. Şüpheci olmak iyidir ama bu şüphecilik araştırma sorusunun başındaki şüpheciliktir. “Zararlı mıdır?” sağlıklı bir şüpheciliktir ancak soruya “neden zararlı?” diye başlayacak olursanız yargınızı baştan vermişsiniz demektir.

Bilimde, genellikle araştırmanın başında sıfır hipotezi olarak kabul edilebilecek bir yaklaşım vardır. Yani, elinizdeki elmayı elinizden bırakmazsanız yere düşmez ve o zaman da yer çekiminin düşen elmayı nasıl etkilediğini konuşmaya bile gerek kalmaz. Benzer şekilde, elmayı yemenin en ideal yolu, kendi elma ağacınızda hiç ilaç ya da suni gübre kullanmadan yetiştirdiğiniz elmayı, üzerindeki tozu attıktan sonra temiz bir suda yıkayıp ısırarak yemektir. Bundan sonraki adım, güvendiğiniz bir arkadaşınızın elma bahçesi olması ve çok uzak olmayan bu bahçeden size bir miktar elma göndermesidir. Burada bile iki önemli problemle karşılaşırız. Arkadaşınızın doğru üretim yaptığına ne kadar güveniyorsunuz ve elma bahçesine ne kadar uzaktasınız? Kendi bahçenizde, kendi elinizle elma yetiştirmediğiniz müddetçe soru işaretleri giderek daha fazla karşınıza çıkacaktır. Bunun üzerine bir de küreselleşen bir dünyada yaşıyoruz. Yani yediğiniz elma arkadaşınızın bahçesinden değil Çin’den bile geliyor olabilir. Bu küreselleşen gıda zinciri de beraberinde çok fazla ve değişik sorun getirir. İdeali bu küresel gıda sistemi midir? Bence değil.

Her ülke kendine yeterli gıdayı üretebilmelidir. Ancak bu hem teknik olarak mümkün olmayabilir hem de belki benim toprağım elmaya uygun değil de üzüme uygundur veya toprağı ve iklimi elmaya uygun olan bir yerden elma almayı tercih ediyor olabilirim. Bu noktada şunu bilmenizde fayda var: Elmanın Çin’de üretilip buraya gelmesiyle Niğde’de üretilip İstanbul’a gelmesi arasındaki karbon ayak izi farkı, düşündüğünüz kadar fazla değil. Ama taşıma süresi çok fazla fark edebiliyor. Bu nedenle de küreselleşmeyle gıda kayıpları çok arttı. Yalnız buna sadece “Gıda Çin’den geliyor.” şeklinde bakmayın. Biz artık her meyve ve sebzeyi her mevsim yemek istediğimiz için o meyve ya da sebzenin yetiştiği noktadan bize ulaşması zor oluyor. Kışın yediğiniz domatesi İstanbul’da yetiştirmenize imkân olmadığı için o domates en az 1000 kilometre uzaktan kamyona yüklenip getiriliyor.

DOĞADAKİ HER ŞEY ASLINDA ZEHİRLİDİR

Gıdanın yaklaşık beşte biri tarladan markete ya da manava gelene kadar kaybediliyor. Gene beşte birlik bir kısmı da market rafında ya da sizin buzdolabınızda kayıp ya da atık hâle geliyor. Durum böyleyken her gün 783 milyon kişi gece yatağa aç giriyor. Sağlıklı beslenmeyi düşünen siz, kendi elma ağacınızdan elma yeme planı yapabilirsiniz ama dünyadaki 8 milyar kişinin tümünün kendi elma ağacından elma yiyebilme imkânı yok. Dolayısıyla bilim insanları bu büyük kayıp ve atığı azaltmaya çalışıyorlar. Elmanın üzerinde gördüğünüz o mumsu yapı da bu konuda bulunan güzel çözümlerden biri. Elmayı ince bir tabakayla kapladığınızda hem yolda zarar görüp çöpe gitmesini hem de rafta ya da buzdolabında çürümesini engelliyorsunuz. İdeali o tabaka mı? Elbette değil, ideali kendi elma bahçeniz ve kendi elmanız ama o noktayı geçtik artık. O zaman soracağımız soru; “Peki bu tabaka sağlığa zararlı mı?” olmalı.

Bu tür kimyasallara hep şüpheyle yaklaşmamız gayet doğal. Seneler içinde o denli fazla oyunla karşılaştık ki artık neredeyse kendi ağacımızdaki elmaya güvenemez hâle geldik. Ama burada doğru soruyu sormalıyız. Dürüst üretici ve dürüst taşıyıcı, ürünün üstüne dürüstçe hangi kimyasalların kullanıldığını yazıyorsa, bilim insanları da bu kimyasalları test edip sağlığa zararlı olmadığını ortaya koyuyorlarsa, bunca çabayı, bir videoya dayanarak kötülemeniz doğru bir yaklaşım değildir.

Basit bir örnek: Elmayı kaplayan o katmanda yaklaşık 0,2 mikrogram kadmiyum var. Kadmiyum bir ağır metaldir. Video da size içinde bu ağır metal olan katmanın insan sağlığına zararlı olduğunu söylüyorsa hemen inanma moduna giriyoruz. Ağır metallerin zararlı olduğunu biliyoruz. Bu katmanda da ağır metal olduğunu zaten kendileri söylüyorlar, o zaman konu kapandı, bu katman kötüdür. Peki bilim insanları bir de neye bakıyorlar? Normal bir elmanın içeriğinde sizce ne kadar kadmiyum var? 1,2 mikrogram, yani o katmanda olanın beş katı. Kendi ağacımızdan aldığımız elmayı yerken uykumuz kaçıyor mu?

Kısacası, doğadaki her şey aslında zehirlidir. Zehri zehirli yapan, hangi oranda tüketildiğidir. Bu konuda net bir bilgi sahibi olmadan YouTube videolarına güvenecek olursak kendi ağacımızdaki elmadan başka bir şeyi yiyemez duruma geliriz. Bu sizin için belki kabul edilebilir bir durum ama 783 milyon aç insana sürdürülebilir biçimde gıda ulaştırmaya çalıştığımız zaman kabullenebileceğimiz bir düşünce olmaktan çıkar.


Boğaziçi Üniversitesi İklim Değişikliği ve Politikaları Merkezi Müdürü,…
Total
0
Paylaşım
Benzer İçerikler
Oku

Birincil Enerji Kaynaklarında Yenilenebilir Enerjinin Payı: Yüzde 15

2022 yılı sonu itibarıyla dünya birincil enerji kullanımına baktığımızda yenilenebilirin payı yüzde 15 civarındayken fosil yakıtların payı yüzde 81’dir. Fosil yakıtların kullanım payının bu derece büyüklüğü, termal enerji ihtiyacının ağırlıklı olarak fosil yakıtlardan karşılandığı anlamına geliyor.
Oku

Sürdürülebilirlik için Doğa ve Korunan Alanlar

Doğa kaybı alarm verici düzeyde olsa da “doğa pozitif” bir gelecek için imkânsız değil. Bunun için “adil” ve “karbon nötr” bir ekonomiye geçerken dünyamızın değerli ekosistemlerini de en geniş ölçekte ve en iyi şekilde korumamız gerekiyor. Dünyayı, insan-ekonomi-doğa uyumu ile yaşanabilir bir gezegene dönüştürmek için bu belki de son şansımız.